Ana içeriğe atla

Emeklilik İstenmesi Gereken Bir Şey midir?

Ah bir göreve başlasam, ah bir emekli olsam der dururuz çoğu zaman. Son emeklilik düzenlemesiyle birlikte bir de yaş vurmuşsa "Üç yıl vurdu, beş yıl vurdu, yaşa takıldım." pişmanlığını yaşarız. Çevremizde emekliliği hak ettiği halde emekli olmayı düşünmeyenleri görünce "Keşke bana vursaydı bu. Ben bir gün durmazdım" deriz.

Emeklilik gelir çatar bir gün. Emekliliği hayal edenlerin çoğu emekliliği telaffuz etmemeye başlarlar. Hatta daha da çalışmak için çabalarlar. "Ne zaman emekli olacaksın" diyenlere de bozuk çalmaya başlarlar. Çünkü ayakları yere basmaya başlamıştır. Emekli olunca maaşı iyice düşecek. Bu durumda aldığı kendine bile zor yeter. Çocuk var okuyan, daha baş göz edilecek, önünde işi yok. Daha fazla para lazım. Hasılı emeklilik askıya alınır böylece.

Emekli olan olursa, yapacak işi ve meşgalesi yoksa kendini boşlukta hissetmeye başlıyor, ikinci iş arayışına giriyor. hem madden sıkıntıya giriyor, hem de yalnızlaşıp yalnızlara oynamaya başlıyor. Kendini durmadan dinleyip duruyor, ya evinde ya da çarşıda sürekli uğradığı bir yerde.

Emeklilik yaşında yaş ve çalıştığı hizmet yılına göre halihazırda bir kademe varsa da sanırım 2030'dan itibaren göreve başlayanlar 65 yaşında emekli olabilecekler. Kimi mezarda emeklilik olarak kabul etse de, bu yaşa kadar insan nasıl çalışır dese de Türkiye'de emeklilik halihazırda bu şekilde.

İnsanlar niçin emekli olmak isterler, ya da emeklilik nedir, insanlar emekli olması gerekiyor mu? Sorduğum sorulara mutlaka farklı cevap verecekler vardır. Burada kanaatimi arz etmek istiyorum. Kişinin sağlığı ve verimi devam ettiği müddetçe çalışmasından yanayım, yaşı kaç olursa olsun. Devlet veya özel sektörde çalışan kişilerden başka emekliliği düşünen var mı? Kendi işini yapan nice kimse resmen emekli olmasına rağmen hala işinin başında çalışmaya devam ediyor. Emekli olduğu halde başka bir alanda çalışmaya devam eden insanımızın sayısı da az değildir. 

Verimli olduğu, sağlığı elverişli olduğu müddetçe emekliliği düşünmemek lazım diye düşünüyorum. Nerede emekli olan birini görsem emekli olduğuna, olacağına bin pişman olmuş gördüm. Emeklilikle beraber yalnızlaşan kişi aynı zamanda işe yaramıyorum diye düşünmeye başlıyor. Bir meşgalesi de yoksa yatsın ağlasın, kalksın ağlasın artık. İşleyen demir ışıldar misali insanımız çalışabildiği, gücünün yettiği kadar çalışmasında fayda vardır. Çünkü çalışmayan vücut tökezlemeye başlıyor. 05/09/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde