Ana içeriğe atla

Bugün "İlmin başı soğandan acı, sonu ise baldan tatlı" Değil Artık *

Ortaokulda öğrenci iken bir öğretmenimiz derste, "İlmin başı soğandan acı, sonu ise baldan tatlıdır" cümlesini söylemiş, benim de ilk defa dikkatimi çekmişti, ilmin başını ve sonunu beliğ bir şekilde ifade eden bu cümle. Cümleyi aklımın bir köşesine yazdım ta o zaman. Gerçekten de eskiden okuyanları anlatan güzel bir cümle bu. Geçmişte okuyup da sıkıntı çekmeyen kimse yok gibidir. Çoğu, yokluk içerisinde okumuştur. Güç-bela okuduktan sonra semeresini hayatı boyunca  görmüştür. Tıpkı bal misali. Bunu ellerinde imkan varken okumayanlar daha iyi hisseder ve "Okumadığıma eşekler gibi pişmanım" şeklinde ifade eder. Hatta "Oku baban gibi, eşek olma" atasözüyle de okumanın önemine işaret edilir. 

Okuyan gecesini gündüzünü dersine vererek uykusuz kalırken okumayan ise bir meslek öğrenmek için sanayinin yolunu tutardı. Okumayı seçen görevine atandıktan sonra elini sıcak sudan soğuk suya dokunmazken okumamak için direnenin ise eli soğuk sudan çıkmazdı.

Şimdi devran döndü, başlıktaki cümlenin çok bir anlamı kalmadı. Zira tersine döndü dense yeridir. Eskiden okuyup sınıf geçmek zordu. Tatillerde de aile bütçesine katkıda bulunurdu okumayı seçenler. Şimdilerde ise her türlü imkanlarla okuyanlar var; neredeyse bir eli balda, diğeri yağda. Çünkü aile saçını süpürge ediyor, çocuğuna her türlü imkanı sunuyor. Devlet ise okumayı zorunlu tutuyor, kalmayı kaldırıyor, kitabı bedava veriyor, sınıfta kalma yok. Çocuğa dur diyen yok. Sınıflarda okumak isteyenlerle okumamak için direnenler mezcedilmeye çalışılıyor, dersi kaynatan sınıfın kelek keseni. Kazara illalah deyip yan baksan devlet bir taraftan, veli bir taraftan defterini dürer. Bugünü görünce Akaid dersimize giren Rahmetli Zekayi Kaplan hocamızın bir sözünü hatırladım. Dersimize girdiği dönem 84 yılı idi. Yani 80 ihtilalinin etkisini devam ettirdiği dönemler. “80’den önce öğrenci horoz, biz tavuk idik; şimdi biz horoz, siz  tavuk” oldunuz derdi. 90’dan sonra öyle bir öğrenci ve veli tipi oluştu ki ben buna ‘aşırı korumacılık’ diyorum. Veli bir taraftan, devlet bir taraftan birlikte korumacılık görevi üstlendi. Ben çektim çocuğum çekmesin diyen veliyle, geçmişte bu çocuklar çok çekti, şimdi çekmesin diyen devletin işbirliği var. İkisi birlikte geleceğimizi yok ediyor.

Anlatmak istediğim günümüzde okumak isteyen çocuk zora gelmiyor, sorumluluğu almıyor, okumasının önündeki engeller bir bir veli ve devlet tarafından kaldırılıyor. Hazır yiyici ve hazıra konmuş vaziyette. İlkokula başlayan yaşıt çocukların hiçbiri fire vermeden üniversiteyi bitirebiliyor. Okullar başarılı olsun veya olmasın bir fabrikanın seri üretimi gibi çocuk mezun ediyor. Öğretim görevlisi olarak üniversiteye kapak atanların hepsi de prof unvanı alabiliyor. Bu kadar rahat bir ortamda okuyan bir çocuk, üniversiteyi bitirdiği zaman iş bulamayınca “Ah kafam, nereden de okudum” deme noktasına gelebiliyor. Çünkü günümüzde en fazla işsizler oranı üniversite bitirenlerde. Çoğu kaldırım mühendisliği yapıyor, büyük bir çoğunluğu iş bulabilirse alanı dışında çalışma yolunu seçiyor. Yani günümüz ilim ve okumanın başı soğandan acı değil, sonu da baldan daha tatlı değil artık.

Şimdi devlet ve veli kara kara düşünüyor. Eğitimde, ilimde ve okumada bir türlü istenen başarı gelmiyor. Devletin zirvesi ‘Eğitim alanında başarılı olamadık’ diyor. Halbuki devlet her türlü imkanı sundu, kitabı bedava verdi, kalmayı kaldırdı, herkesin okuyabileceği üniversiteler açtı, akıllı tahtaya varıncaya kadar okulları donattı. Yani saçını süpürge etti. Veliyi anlatmaya gerek yok, o ise babasının kendisine sunmadığı imkanları çocuğunun altına serdi. Ama olmuyor bir türlü. Hatta veli, “Babam bana bu imkanı sunsaydı ben allameyi cihan olurdum” diyor.

Ne devlet ne de veli kusura baksın. Çocukların okumasını istemekten, onların başarılı olmasını istemekten başka bir şey düşünmeyen bu iki melek, başarıyı maalesef yanlış yerde arıyor. Sanıyorlar ki her türlü imkanı sunarsak başarı gelir. Sizin bu iyi niyetle yaptığınız ilim aşkı ilmin başını bal, sonunu ise soğandan acı yapıyor. İlmin başını acı soğan, sonunu da bal yapmadan eğitim ve öğretim işinden verim alınamaz. Öyle durmadan sistem değiştirmekle, mevzuat değiştirmekle, başarı ve sınav kriteri değiştirmekle olmaz. Sunulacak acı reçeteden iç ve dış paydaşlar nasibini almalı. Veli, öğrenci, öğretmen, idareci vs. Devlet bir defa herkesi memnun edeceğim bakış açısından kurtulmalı. (Herkesi memnun edeceğim diyen bir zihniyet kimseyi memnun edemez. Üstelik bir çuval inciri berbat eder.) Devlet herkesi okutacağım sevdasından vazgeçmeli, aynı yaşıtı, aynı süre içinde mezun edeceğim psikolojisinden kendini arındırmalı. Okullara eleme ve kalma sistemini getirmeli, okumamak için direnenlerin elinden okullarda iyi olan çocukları kurtarmalı. Nasıl ki pazardan alınan domateslerin içinden çürük ve eziklerini  ayırırız? Çürüklük diğer sağlam domateslere geçmesin diye. Okullarda da bunu yapmak lazım. Kalan öğrenci akranlarının gerisinden gelerek pişmanlığını duymalı ve kendine gelmelidir. Yine kalırsa gözünün yaşına bakmadan sanayinin yolunu tutmalıdır. Örgün eğitimden mahrum kalmalı, eğitimine açıktan devam etmelidir. Olmuyor, olmuyor diyerek sürekli sistem değiştirerek bu işler olmaz. Sistemle çok oynanmamalı. Deneme-yanılma uygulamalarını çöpe atmanın zamanı gelip geçiyor. Biz böyle sürekli sistemle oynayarak daha çok nesli heba ederiz.

Evet! Eğitimde verim, başarı isteyenler! Lütfen herkesi memnun eden bir sistemi değil, herkese acı reçete sunan bir sistemi getirin. Gerisini hiç merak etmeyin. İşte o zaman “İlmin başı soğandan acı, sonu da baldan tatlı olur” yine eskisi gibi. 30/09/2017

* 09/10/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde