Ana içeriğe atla

"Şimdi sen bana şitsen de sonra da ben sana şitsem"

Nelere kadir Türkçemizdeki 'şey'

Yan tarafta gördüğünüz kitap siparişi. Yayınevi ve firma adı belli olmasın diye kırptım da kırptım. Konyalı olmayanlar için başlığın açılımı ise: "Şimdi sen bana şey etsen de sonra  ben sana şey etsem= Sen şimdi bana bu istediğimi alıp gönder de ben bir ara sana parasını veririm" demektir. Sipariş-ısmarlama veya borç isteme yani. Gördüğünüz gibi her yerde kullandığımız 'şey' her şeye kadir, neleri çözüyor.

Bizde borç, sipariş veya herhangi bir yük için utana-sıkıla böyle bir yol izlenir. Hele bu iş sürme işini bir başkasının yanındayken yaparsak alabildiğine 'şi'lerin sayısını artırırız. Bu tip istenen borç genelde geri gelmez, verilen sipariş ödenmez. Zira 'Yaz tahtaya al haftaya!" demek gibi bir şey. Buradaki hafta ömürlüktür. Hangi hafta olduğu belli değildir. Çünkü verilen ya da yapılanın fazla bir ehemmiyeti yoktur. Sen bekler durursun; bugün, yarın, hatta yarından da yakın bir zaman diliminde, "Yahu sen bir zaman bize bir yardım etmiştin, bunun hediyesi ne kadar" diye. Sen bekleye dur, sorulmaz artık. Nihayet bir müddet sonra unutulur gider, üzerine bulursan bir bardak su içersin.

Yaptığın bir iyilik, bunu da başa kakma, üç-beş kuruşun lafı mı olur diye düşünebilirsiniz.  Niyetim başa kakma, bu işlerden kaçınma değil. Eşin-dostun ihtiyacını gideririz gidermeye. Ama bir zaman diliminde "Borcumuz ne kadardı, verdik, vereceğiz, veremedik" denmesi. Üstelik bu tip sipariş öyle sadece cebinizden para çıkmakla bitmiyor. Telefonla siparişi alıyorsun, fırsatını bulup çarşıya gidiyor, kitapçığı buluyorsun, orada aradığın sipariş yoksa başka kitapçıya gidiyorsun. Paranın olup olmaması önemli değil, nasılsa ceplerde ay başında ödemek üzere çektireceğimiz kredi kartımız var. Ödemeyi yaptıktan sonra göndereceğin yerin otobüsünün kalktığı yeri öğreniyor, oraya doğru yollanıyorsun. Sonra emaneti verebileceğin bir tanıdık çıkar mı diye garajda beklemeye koyuluyorsun. Bir de otobüsün kalkacağı saati bilmez de erken varmışsan emaneti vereceğim tanıdık bulacağım diye bekle dur. Kimseyi bulamayıp şoför veya muavine vermeye kalksan emanet almaya yanaşmazlar. Nihayet uzak-yakın tanıdık birini bulur da verirsen bir işi daha ağzına-yüzüne bulaştırmadığına şükredersin.

Emaneti birine emanet ettikten sonra sana sipariş vereni arıyorsun bu sefer, "Emaneti falan kimseye verdim" diye. Bunca hengameden sonra telefonda borcumuz ne kadar" denmez, ardından "Abi, yav bizim şu şi vardı ya, onu ne zaman şideriz" diye üzerine bir yük daha yükleyiverir. İşim ne zaten! Böylece üzerime bir yük daha yükleyiverir. Şükür, işin birini bitirdim ya, öbürüne Allah kerim! Bize de bunun mutluluğu yeter. Allah bana güç-kuvvet versin, böyle dostları da eksik etmesin. Allah onlara ellerini cebine atmayı da nasip etsin...

Eğer siz de benim bu yaptığım işten hoşlanır, homurdanmaz; keşke bize de böyle yük ve yükler sürülse diyorsanız bilin ki size bir telefon kadar yakınım. İsterseniz beni bu vesileyle arayanları size şidebilirim. 24.08.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde