Ana içeriğe atla

Sigara ve saygı

Günümüz nesli pek bilmese de sigara bu toplumun içine girdiği andan itibaren beraberinde  bir saygıyı da getirmişti. Çünkü geçmişte zararları bugünkü kadar bilinmese de içilmesine rağmen toplum pek sıcak bakmamıştır.

"İçmesek iyi olur ama tiryakilik...içiyoruz işte!" denerek içen yine içmeye devam etti. Ama her içen birinden özellikle büyüğünden habersiz, gizlice içti. Kimi babasından, kimi ağabeyinden, kimi öğretmeninden gizledi içişini. Büyükleri içtiğini bilse bile yanlarında içmedi. Uzaklaşıp ya dışarıda içti geldi, ya da evin tuvaletinde. Mezun olduğu okuldan yıllar geçse de öğretmenini gördüğü zaman ya avucunun içine gizledi, ya da yavaşça yere attı. Bir yerde alenen sigara içecekse önce kim var etrafımda diyerek sağa-sola göz attı. Büyüklerden biri  sigara  içen bir yakınını  görmüşse ya gelmesini yavaşlattı, bir sigara içimi kadar oyalandı, ya da yaklaşırken öksürerek geldi. Bu, "Ben geliyorum, tedbirinizi alın, toparlanın" demekti. Kendinden küçük bir içeni gördü mü, "Bak evlat, kendin bilirsin ama ben bu zıkkımı şu kadar yıldır içiyorum, bırakmak istiyor, fakat bırakamıyorum. Yol yakınken bıraksan iyi olur" derdi. Sigara içen gençler büyüklere özellikle anne ve babalarına söylemesinler diye yanlarındaki küçüklere de zorla bir iki defa çektirirdi.

Her geçen yıl sigaranın israf boyutu ve sağlığa verdiği zarar ortaya çıkmaya başladı. Devlet bir taraftan sigarayı kendisi üretip satışa sundu, diğer taraftan sigarayla mücadele için Yeşilay’ı kurdu. Devletin bu yaptığı bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisinekle uğraşmaktı. Dünyada sigara bir sektör haline geldi. Hem satışında teşvik var hem de mücadelede. Hatta "Dünya Sigarasızlık  Günü" bile ihdas etti belirli günler arasında. Türkiye ve dünyada sigara içenlerin sayısında azalma olacağı beklenirken artış oldu. Üstelik sigaraya başlama yaşı her geçen yıl küçük yaştaki çocuklara kadar indi. Üstelik sadece sigara kesmiyor bugün.

Son yıllarda sigara ile mücadele adı altında içmeyenleri koruma amaçlı kanun çıkarıldı, kapalı yer ve kamuya ait olan yerlerde sigaranın içimi yasaklandı. Hastaneler, doktor gözetiminde sigarayı bırakmak isteyenlere seanslar uygulamaya başladı.

Burada amacım sigaranın tarihçesi değil, sigara içenlerin büyüklerine saygısı idi. Girişte nispeten bahsettim bunu. Geçmişte yapılan bu saygıyı abartılı bulabilir, özellikle tuvalette içilen sigarayı eleştirebilirsiniz. Tuvalette sigara içmeyi ben de sıcak görmem. Bunu sadece eski insanların hassasiyetini dile  getirmek için ifade ettim. Yine bu toplum kendisi sigara içse de cami imamının, bir ilahiyatçının sigara içmesini tasvip etmemiştir. "Hocalar da içer mi" demiştir. Yine toplum erkeğin sigarasını tasvip etmese de makul görmüş, fakat kadınların içmesine sıcak bakmamıştır. Bayanlar arasında içiciler artınca başörtülü olanların sigara içişini tasvip etmemiştir. "Bir de başı örtülü" demiştir. İlahiyatçı da, başı örtülü de bu toplumun bir ferdi. Toplumun gidişatından etkilenmemesi mümkün değil. Hele sigaraya şu ya da bu nedenlerle başlamışsa kendisine mubah gördüğünü dinin bir simgesi olan başörtüsüne, dini bildiğine inandığı din hizmeti yapan kişilere mubah görmemiştir. Katılın veya katılmayın toplumun değer yargısı bu.

Ben de sigara içen birisiyim. Nerede sigara içsem kimse bana bunu yakıştıramamış ve bunu bana açıkça söylemişlerdir. Bundan dolayı da kimseye tepki göstermedim ve "haklısınız" dedim. Günümüzde kimse burnundan kıl aldırmıyor. Kazara sigara içicilerin arasında bazılarının daha bir hassasiyet göstermesi gerektiğini ifade edenlere ağır eleştiriler getiriyor, demediğimizi bırakmıyoruz. Üstelik söyleyen kim, niyeti nedir demeden dedemiz yaşındaki insanları rezil etmeye çalışıyoruz. Sigara konusunda dünün saygı anlayışından geçtim, kazara dile getiren olursa yerin dibine batırıyoruz. Kılıçları öyle çekiyoruz ki sigara içen başörtülüleri eleştirdiği için cenneti garantilemişiz gibi "aynı cennette karşılaşmamayı" dile getiriyoruz.

Ben öğrencinin öğretmeninden sigara ve çakmak istemesinden, içtiği sigarasını hocasının yüzüne üfürmesinden, başı örtülülerin alenen içmesinden geçtim. İsteyen istediği yerde içsin. Zira herkes kendisine yakışanı yapar. Büyüklere laf düşmüyor artık. Devir, toplum içine çıkmadan toplumdan soyutlanma  zamanı, Anadolu'nun ücra bir yerinde üç-beş hayvana  bakma zamanı. Zira ortalık laf ve sözden ne anlattığını anlamaya  çalışandan ziyade  suçluluk psikolojisi içerisinde saman altında  buzağı arayanlarla dolu. Savunacak yeri yoksa yaptığı, saldırıya geçip lafı ağzına tıkmak oluyor.

Toplum içinde yaşamaya devam edeceksek kimseye kaşın üstünde gözün var demeden içimizden "Keşke bu işi  az ötede yapsalar" diye geçirmektir. Belki de en iyisi bu. Yoksa anandan doğduğuna pişman ederler. 10.08.2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde