Ana içeriğe atla

Yaralarımızı kaşımayalım! *

Sakarya'da meydana gelen menfur olay belirli bir merkezden yönetilen "Suriyeliler gitsin, Suriyelileri istemiyoruz" nefret dilini şimdilik kesmiş görünüyor. Bu kampanyayı yürütenler pes etmeyecekler. Olayın sıcaklığı geçtikten sonra yeniden 'istemezük' nidaları yükselmeye başlayacak.

Nedense oyunun parçası olmak hoşumuza gidiyor. Alevilik-Sünnilik, Türk-Kürt, laik-antilaik, ilericilik-gericilik, mezhepçilik, cemaatçilik,..Bunlara ilave olarak şimdi de Suriyeliler yazıldı hanemize. Farklılıklar zenginliğimiz olacağı yerde bizim birçok konuda yaramız var. Yaramız olunca da bizi kaşındırmak için sinekler konar. Yeter ki biz kaşınmak isteyelim. Türkiye’yi dize getirmek, oyalamak, içişleriyle uğraştırmak, zayıf düşürmek için sırası gelenin fitili ateşlenir. Biz içeride kargaşa, kaosla uğraşırken onlar işlerini yürütürler. Bu, tarih boyunca hep böyle olmuştur, onulmaz yaraların açılmasına sebebiyet vermiştir. İbret almıyoruz ki hala başımıza geliyor. Sonuç, hep hışımla kalkarız, zararla otururuz. Birbirimizi anlamaya çalışmamız, farklı düşünene saygı göstermemiz ve ona hayat hakkı tanıyacağımız yerde nedense hep ayrışmayı seviyoruz. İşin sonunun nereye varacağını hesap etmeden akıldan yoksun davranışımız daha ne kadar devam edecek bilinmiyor. Bizde bu ateşe barutla gitme teşne hali olduktan sonra daha ne acılara gark olacağız? Zaman gösterecek. Aynı ülkede yaşayan bizleri aynı kazana atsalar, inanın kaynamayız. Rab Teala, “Kullarım, Ben sizi hem bu dünyada hem ahirette mutlu edeceğim, yeter ki birbirinizle iyi geçinin,” dese zinhar kabul etmeyiz bu görüntümüzle.

Bu ülkede emelleri olanlar uzun soluklu planlar yapar hep. Dışarıdan nasıl kıskaca alır, içeriden nasıl karıştırırız tuzakları kurarlar. Bu yüzden içerideki potansiyel dinamikleri hep hazır bekletirler. Seksen ihtilaline zemin hazırlanırken sağ-sol kavgası, Maraş ve Sivas olayları çok canımızı yaktı, nice canlara mezar oldu. 02 Temmuz 1993’e geldiğimizde 35 Alevinin Madımak Otelinde yakılması ve bu olaydan üç gün sonra 05 Temmuz’da Erzincan Başbağlar’da 33 sünninin katledilmesi Alevilik-Sünnilik fitilini ateşlemeye yönelikti. Aslında her iki olayı yapanlar aynı eldi. Bunu bilmek için illaki terör uzmanı olmak gerekmiyor. Ama biz ne yaptık? Perde gerisini göremeyen bizler maalesef her olayda olduğu gibi bu olayda da iyi imtihan veremedik. Madımak olayı ile Aleviler Sünnileri, Başbağlar katliamıyla da Sünniler Ailevileri suçlu ilan etti. Hala bu kesimler birbirini kendilerinin katili olarak görüyorlar. Her yıldönümü geldiğinde herkes kendi yasını tutar. Türk-Kürt zaten patlamaya hazır bomba olarak her zaman bekletiliyor. Türk-Kürt’ten, Kürt de Türk’ten haz almıyor. Çoğunun eline fırsat geçse birbirini bir kaşık suda boğacak durumda. Örnekleri çoğaltabiliriz. Son kaşınası güncelimiz 6 yıldır bir iç savaş yaşayan Suriye’den mülteci olarak içimize gelenler. Birileri zaman zaman bireysel olaylar ile deniyorlar, acaba buradan bize ekmek çıkar mı diye. Biz öyle bir görüntü veriyoruz ki gördüğümüz Suriyeli’yi boğacağız. Bizim bu durumumuzu gören oyun kurucuları kıs kıs gülüyor, biz buradan daha çok ekmek yeriz diye. Hiç akıllanıp ibret almayacağız biz anlaşılan.

Unutmayalım ki Türkiye bir mozaikler ülkesi. Her ırktan insan burayı istemeyerek mesken edinmiş. Çoğu ile kız alıp vererek kaynaşmışız bile. Suriyeliler de şimdilik zorunlu iskandalar ülkemizde. Sömürgeciler, Suriye’de anlaşamadılar ki bu savaş bu kadar uzadı. Ne zaman anlaşırlarsa orada savaş biter. Savaştan sonra çoğunun ülkelerine döneceğine inanıyorum. Kalanlar içimizde olaylara karışmadan kalırlarsa başımızın üstünde yerleri vardır diğer başkalarının kaldığı gibi.

Anlayacağımız bizim kaşınacak çok yaramız var. Her bir yara aynı zamanda bizim yumuşak karnımızdır. Yaraları kapatacak projeler geliştirelim. Yaraları kaşırsak onulmaz yaralar açarız birbirimize. Bu da bizi karıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürer. Doktorlar, vücudumuzda meydana gelen yaraları kaşımamamız gerektiğini söyler. Biz söz dinlemeyiz, tatlı tatlı kaşır dururuz boş beklerken. Sonunda yarayı daha da büyütürüz. Sosyal olaylardaki yaralar vücuttaki yaralara benzemez, daha büyük yaralar açar. Bu işin şakası yok. Hepimiz aklımızı başımıza alalım, hissi davranmayalım, akli ve vicdani hareket edelim, işimize-gücümüze yönelelim. Boş insan şeytanın oyuncağı olur, onun tuzağına düşmeyelim. Son Sakarya olayı bireysel de olsa hepimizin kulağına küpe olsun.

Alevisi-Sünnisiyle, Türk’ü-Kürt’üyle, laik-antilaikiyle, Suriyeli vb ile yaşamanın yollarına bakalım. Bu ülke karışırsa -Suriyeliler bir başka ülke bulur da- bizim buradan başka gidecek ülkemiz yoktur. Nokta. 09/07/2017

* 12/07/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde