Ana içeriğe atla

Rotasyon denince niçin ilk akla öğretmenler gelir? -1

Türkiye'de çalışan bazı kamu çalışanları için sistematik veya şartların getirdiği zorunluluktan dolayı adına rotasyon, zorunlu yer değiştirme, zorunlu hizmet, Doğu görevi, Şark görevi, mecburi hizmet dedikleri yükümlülükler uygulanır. Böyle bir zorunluluk olmazsa cazibe merkezi olmayan yerlerde çalışan kalmaz. Devlet bir nevi buna mecbur kalmıştır. Bildiğim kadarıyla zorunlu hizmet doktor, polis, subay, öğretmenler ve bazı üst düzey kamu çalışanlarına uygulanmaktadır.
Kamu çalışanlarının rotasyona tabi tutulmasında öncelikli  amaç, tercih edilmeyen yerlerin çalışan ihtiyacını karşılamak olmalı. Açıkça belirtilmese de aynı yerinde uzun süre çalışan bir kimsenin araziye uyup işini aksatacağı, heyecanını kaybedeceği, kendisini yenileyemeyeceği, çalıştığı yerde bazı kimselere torpil vb öncelik verebileceği gibi nedenler de düşünülmüş olabilir. Devlet nerede bir aksama varsa tedbir almakla yükümlüdür. Kamuda çalışacak olanlar da ülkenin her bir toprak parçasında çalışabileceğini hesaba katarak görev talebinde bulunmaktadır. Zaten kamuda çalışmayı göze alanlar göreve başlamadan önce Türkiye’nin her bir yerinde çalışabilir raporu almakla yükümlüdür.

Asker ve poliste titizlikle uygulanan bu rotasyon nedense diğer alanlarda çok işlememektedir. Başlangıçta “Türk Bayrağının dalgalandığı her yerde çalışırım, bu benim için şereftir” diye göreve başlayanların çoğu zorunlu hizmetten kurtulmak için her yolu denediği görülmüştür.  Kimi zorunlu hizmete tabi olmayan eş bulmuştur, kimi formalite evlilik yapmıştır, kimi eşini sigortalı göstermiştir, kimi birlikte yaşamaya devam etse de resmi olarak eşinden ayrılma yolunu seçmiştir, kimi bakan atamasıyla çalıştığı yerden kurtulma yoluna gitmiş; kimi “Bulunduğu mahalde çalışması uygun değildir” raporu alarak tayin isteyebilmiş, kimi yüksek lisans yapma, kimi anne veya babasının bakıma muhtaç olduğunu belgelendirme yoluna gitmiş, kimi sağlık vb nedenlerle zorunlu hizmetten muaf olma yoluna gitmiştir. Devletin mazeret olarak gördüğü ne kadar madde varsa  zorunlu hizmetten kurtulmayı düşünenler bir maddeye kendini uydurarak gemisini kurtaran kaptan olmuşlardır. Öyle kimseler var ki gittiği zorunlu hizmette bir yıl durmadan eş durumundan Batı’ya nakil gitmiştir. Doğu ve Güneydoğu’da sürekli personel açığı olurken diğer alanlarda personel fazlalığı söz konusu olmuştur hep. Polis ve askerin dışında diğer alanlarda zorunlu hizmet yapan kimselerden hiçbir mazeret öne sürmeyenler veya süremeyenler mecburi hizmetini yapmaya devam etmişlerdir.

Gerçek mazereti olmayanların zorunlu hizmetten kurtulmak için başvurdukları yöntemden kurtulmak için devlet öğretmenlerde sözleşmeli öğretmenlik modeline geçti. Atanan kişi çalıştığı yerde dört yıl çalıştıktan sonra başarılı bulunursa öğretmenliğe geçip iki yıl  daha bulunduğu yerde çalışacak, sonra tayin isteyebilecek. Devletin zorunluluktan yaptığı bu son tasarruf çözüm olmaya çözüm. Fakat 6 yıl bir yerde çakılı kalacak olan bu bekar öğretmenleri de düşünmek gerek. 25 yaşında zorunlu hizmet yapmak için atanan bir öğretmen otuz küsur yaşına kadar ya evlenmeyecek, ya da çalıştığı yerde bulduğu biri ile evlenme yoluna gidecek. Bu durum nereden bakarsanız bakın içinden çıkılmaz vahim bir durum.


Devletin çalışanına kolaylık olsun diye koyduğu tayin hakları geçmişte çalışanlar tarafından hoyratça kullanıldığı için onların ceremesini maalesef yeni atanan çocuklar çekeceklerdir. Gitse bir türlü, gitmese bir türlü. Eli mahkum maalesef. Başımıza gelenler ise kendi yapıp ettiklerimizdendir. Bu da birilerinin ceremesini sonrakiler çekmek şeklinde yürüyecek şimdilik.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde