Gözlemlerime göre bu ülkede sadece sağlık alanında okuyan
öğrenciler hastane bünyesinde hem teori dersi görüyor, hem de hastanesinde staj
yapıyor. Sağlık alanından mezun olanlar ne yapacağını bilerek görevlerine
başlıyorlar. Çünkü bir tıpçı 5.sınıftan itibaren staja başlıyor, altıncı
sınıftan itibaren hocası nezaretinde hasta muayene etmeye başlıyor. Diş
hekimliğinde okuyan bir öğrenci de 4.sınıftan itibaren hastaların diş muayene,
dolgu vb işlemlerini yapmaya başlıyor, hemşire hakeza. Sağlık alanındakiler
göreve başlamadan iyice pişiyor, hastayı görüyor, muayeneyi görüyor. Kendisini
nelerin beklediğini görerek yaşayarak öğreniyor.
Pekiyi
diğer alanlarımız, mesleklerimiz nasıl? Türkiye'de sağlık alanı hariç diğer
okullarımız/fakültelerimiz sadece sınıf veya amfi ortamında ders görerek
hayattan kopuk bir şekilde ders işlemektedir. Ne ziraatçimiz toprak yüzü
görüyor, ne veteriner hekimimiz hayvan yüzü görüyor, ne hukukçumuz adalet
saraylarını görüyor. (Görüyorlarsa da yeterli değil kanaatini taşıyorum. Sağlık
alanında hastane ve okul iç içe ise bir ziraat fakültesi ekilen ve dikilen bir
arazi içerisinde olmalıdır. Hukuk fakültelerinin yeri adliye saraylarının içi
veya bünyesinde olmalıdır. Kampüs bünyesine okulları toplayarak iyi meslek
öğrenilmez. Bir şeyin teorisini iyi bilmek mesleğini öğrenmiş anlamına gelmez.
Eğer bu ülkede pratik isteyen mesleklerden iyi insan gücü yetişsin isteniyorsa
her meslek, icra edileceği muhitte açılmalı, orada eğitim ve öğretimini
yapmalıdır. Adalet sarayları bünyesinde ders gören bir hukukçu mesleğinin
önemini koridorlarda gördüğü suçlulara bakarak, bir yargılamayı takip ederek,
yeri geldiği zaman yargılama yaparak daha iyi kavrar. En azından o psikoloji
içerisinde pişer. Kampüs bünyesinde dört duvar arasında hukuk tarihi okumak
bize iyi hukukçu kazandırmaz. Kitaptan ezberleyerek hukuğu bitiren hakim, savcı
ve avukat gibi yargı mensubu olduğunda belki kanun, kural, tüzük ve mevzuatı
iyi bilebilir ama muhakeme gücü ve yorumlama yeteneği, beyin ve zihninde
yoğurma yeterince gelişmeyebilir.
Günümüz
kampüslerinde yetişen hukukçularımız adi suçları yargılamada genellikle isabet
ettirmektedir. Çünkü suç belli, suçlu yakalanmış, suçluya verilecek ceza belli.
Sanığın mahkemedeki iyi hali, suçtaki tahrik unsuru vb nedenlerle hakim vicdani
kanaatine göre karar verir. Ama ülkedeki suçlar sadece adi suçlardan ibaret
değil ki...Günümüz suçları örgütlü suçlar. Maalesef yargımız organize suçlarda
çok mahir değildir. Bu tür suçların içinden çıkmak o kadar kolay değil. Zaman
zaman baskı ile de karşı karşıya kalabiliyor yargı mensupları. Doğru dürüst
adliye sarayını görmeden kampüs ortamında okulunu bitiren bir hukukçu -hakim ve
savcı olarak- göreve başladıktan sonra adalet sarayının dışına çıkmıyor, ya da
çıkamıyor. Avukatlar nispeten halkın içerisinde açtıkları büroları ile
büro-adliye arasını mekik dokuyarak olaylara bakış açıcı daha farklı
olabiliyor. Odasından-mahkeme salonuna gidip gelen ve polisin getirdiği suç
aletleri ile karar verecek olan hakim ve savcının işi zor gerçekten.
Hukuk fakültelerinde öğrenci yetiştirme metodumuzu gözden
geçirmemizde fayda vardır. Bu aşamadan sonra zor, masraflı deniyorsa en azından
haftada bir veya iki günü adliye mahkeme salonlarında duruşmalara katılabilir,
hakim ve savcının yanında evrak düzenleme ve hazırlama işlerine yardımcı
olabilir. Hukuk fakülteleri adliye bünyesinde olursa güvenlik sorunu olabilir
denirse bunun da çözümü bulunabilir. İnanın zor değil. Demek istediğim
hukukçularımız da tıpkı sağlıkçılar gibi teorinin yanında icraat yaparak
mesleklerini daha iyi öğrenebilirler. Bunun da adaletimize katkısı olacağına
inanıyorum. Okudukları dört yıl yeterli değilse okullarımız beş yıla
çıkarılabilir. 23/07/2017
* 04/11/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder