Ana içeriğe atla

Gelin bu zavallı tipi tanıyalım!

Burnu hep havalarda olan, burnundan kıl aldırmayan, kendisini mükemmel gören, kendisini bir şey sanan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışan, hep övülme ve taltif edilmekten hoşlanan, ömrünü bir makama gelmek için harcayan ve makam için yaşayan, oturduğu koltuğa da  kalkmamacasına sımsıkı sarılan, varlık sebebini bir koltuğa oturmak olarak gören, gözü oturduğu koltuktan daha yukarıda olan, koltuğu daha yukarılara sıçrama olarak kullanan; gücünü yeteneğinden değil, koltuğundan alan tipler vardır.

Ne oldum delisidir bunlar. Gözü hep havadadır. Havaya baka baka havalı olur çıkar. İnsanlara tepeden bakar, caka satmayı sever. makam hastası ne oldum delisidir. Parasıyla beslediği insanların ilgi ve alakasından dört köşe olur. İnsanlar adam diye ilgi gösterdikçe egosu bir kat daha artar. Eksikliğini makam gücüyle kapatmaya çalışır. Üstleriyle iyi geçinir, reklamını iyi yapar, yedirmeyi sever, karşılığında da saygı ve iltifat bekler. Saygı ve iltifat görmezse zırnık koklatmaz acından ölse de. İş yapmadan iş yapıyormuş gibi kendini göstermede üstüne yoktur. Hayatı havadır böylelerinin.

Zoru gördü mü bin bir türlü  bahane uydurarak tüyer oradan. Kötü günlerde yanında göremezsin. İyilik meleği görüntüsünün ardında aynı zamanda iyi bir kincidir, insanları kullanmayı iyi bilir. Alt taraftan saygı göstermek için yedirme yolunu seçerken üst tarafla da işini çıkartabilmek için siyaset, sendika ve gücü elinde bulunduran makam, mevki sahibi kişilerle ilişkilerini iyi düzeyde tutmaya çalışır, saygıyı elden bırakmaz. Hizmet adamı gibi gösterir kendisini. Çünkü makamda kalması onlarla iyi geçinmesine ve kendisini pazarlamasına bağlıdır.

Belli etmese de insancıl görünümünün altında iyi bir kincidir. Aynı zamanda kıskançtır, rakip gördüğünü ezmekten zevk alır. Düşmeye gör, zevkten dört köşe olur. Üzüldüm demesi bile sahtedir. Rakibinin yaptığı işi küçümser. Yazdığını bile anlamaz böyleleri. Sosyal medyada yaptığı yorumlarla edep yoksunu olduğunu gösterir. Ne de olsa düz kontaktır, Aristo'nun klasik mantığıdır kafasındaki. Gösterdiğini değil, parmağına bakar.

Nasıl ki küpün içindeki dışına vurursa böylelerinin de iç hali dışına kibir olarak yansır. Yürüyüşü, bakışı bile dağları ben yarattım der gibidir. Yaptığı işin ötesinde esas mesleği kendini pazarlama olduğu için kendini çok akıllı sanır, konuştukça kendisini dinleyen insanları ikna ettiğini sanır. Esas kendisini kandırdığının farkında bile değildir. Kendisini akıllı sanan acınası zavallı bir tiptir halbuki. Mağrurluk, kibir paçasından akıyor farkında değil.

Kendisine nefes veren, yürümesine can veren yaptığı koltuğudur. Kazara altından koltuğu çekilse hayatı zindan olur. İçindeki derdi yapıştığı makamla bastırmaya çalışır belli etmeden.

Zamana, zemine göre hareket etmeyi iyi becerir, dün sendikada ekmek yoksa adımını atmaz, bugün ihtiyacı varsa oradan çıkmaz, işinin biteceği siyasinin gözüne girmek için devreye koymadık adam bırakmaz, dün okuduğu lisenin türünü söylemekten çekinirken bugün göğsünü gere gere o lisenin adını ağzına alır, çünkü bugün prim yapmaktadır. Dün 17-25 Aralık olduğunda “Cemaat hala güçlü, daha dün Amerika’ya yüksek lisans için adam gönderdiler, biraz ortada durmak lazım” der. Hükümet gücü ele geçirince gece-gündüz hükümetin reklamını yapmaya başlar. Gören de bu adam resmi bir kurumda amir değil, partinin siyasetten sorumlu adamı sanır.

Çalmadık kapı, devreye olur-olmaz adam ayarladıktan sonra “Falan makama gelmem için teklif var” demek suretiyle “Aslında ben istemedim, yeteneğimden dolayı bana teklif edildi” diyerek tevazu göstermeye çalışır. Halbuki böylelerine tevazu değil, sürekli yapa yapa kendinden bir parça haline gelen kibir yakışır. Bir makama gelmeyi adam olmak olarak görür. Adamlığın kriteri ona göre budur.

Böyleleri her devirde işini çıkarır. Halbuki kendini olduğundan farklı göstermek, insanlara caka satmak, tepeden bakmak bir gösteriş budalalığıdır. Gizli şirktir. Hiç tavsiye etmem böylelerine bu özelliğini. Bir makama gelmek için değer mi böylesi huylar? Yazık, öbür dünyasını yok ediyor!

Bakın etrafınıza! Kaç tane görebileceksiniz bu tiplerden?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde