Ana içeriğe atla

657'yi Kaldırmayı Düşünmeden Önce

657 Sayılı Kanun memurların özlük haklarını, ödül ve cezasını, memur alınma şartlarını vb düzenleyen bir kanundur. Kapağı devlete atma demektir, garantili iştir. Çalışsan da çalışmasan da sırtını terletmeden 65 yaşına kadar çalışmak demektir. Kaytarmak isteyenler için yatma yeridir. Aynı zamanda bu kanuna göre atanan ne uzar, ne de kısalır. Yine kanuna göre memur alımında ehliyet ve liyakat gerektiği de yazılıdır.

1965 yılında kabul edilen ve sonradan çokça değişiklik yapılan Kanun kör-topal bugüne kadar gelmiş, nice nesli emekli etmiştir. Son günlerde 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun kaldırılması gerektiğiyle ilgili görüşler serdedilmeye başlandı. Görev Meclisindir, istediği zaman değiştirir. Yalnız 657'yi kaldırmayı düşünmeden önce  kafa yapımızın değişmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir defa sorun 657'nin kendisinde değil, bizim kafa yapımızda. Biz dünyanın en iyi devlet memurları kanununu çıkarsak bu kafa yapısını değiştirmediğimiz müddetçe çok bir şey değişeceğine inanmıyorum. 657,  üzerinde iyi düşünülerek hazırlanmış ve kabul edilmiş bir kanundur. Hem iyi hem de kötü bir yönü vardır.  Memurun çalışmasını garanti altına almaktadır.   İnsan iyi niyetli, çalışma azminde ise kanuna bile gerek yoktur. Kendisine tevdi edilen işini yapmakla yükümlü olduğunu bilir, amme adına hizmet eder. Bu açıdan Kanun memurunu koruyucudur. Diğer taraftan iyi bir denetim mekanizması kurulamadığı için Kanun çalışmayıp yatanı da korumaktadır. Sonunda iş insanda bitmektedir. Suç kanundan ziyade uygulayıcılardadır.

Eleştirilen bu Kanunu kaldıralım kaldırmasına. Yerine yenisini koymadan önce 657'de işe eleman alımında ehliyet ve liyakat esas olmasına rağmen geçmişten günümüze eleman alımında siyasiler, zamanın hükümetleri ne kadar bu esaslara uymuşlardır? Kamuya eleman alımında torpili sıfıra indirebilmişler midir? Ülkeyi yönetenler hakkaniyet ilkesine ne kadar uydular? Bu sorulara çoğunluk kamuya eleman alımında torpil her devirde geçer akçedir cevabı verecektir. O zaman biz baştan sınıfta kalmışız demektir. Kanunun eleştirilen bir diğer yönü devlet memurluğundan çıkarma zorluğudur. İş garantisi olan bir yerde asla verim olamaz. Allah Cenneti garanti etse dünyanın en kötü insanı oluruz. Zamanında işini yapmayan bir insanı kayırmayıp adam gibi denetimini yapsaydık kamudan ihraç edeceğimiz birkaç insan tüm memurların korkulu rüyası olur, herkes işini düzgün bir şekilde yapardı. O zaman burada Kanunu ve işini yapmayan memuru suçlamadan önce denetim görevini bihakkın yerine getirmeyenler bu işte baş sorumludur.

Kamuda çalışan insanların önünü göremeyecek şekilde iş garantisi olmazsa, ne zaman kapı dışarı edileceğim endişesi taşırsa yine verim alınamaz. Zira eğer çalışma işverenin veya patronun iki dudağının arasında olacaksa korku içerisinde yaşayan hiçbir insanın verimli ve başarılı olması mümkün değildir. Burada “Efendim yerine getirilecek kanunda objektif kriterler konacak, öyle insanlar hemen kapı dışarı edilmeyecek” denebilir. Bizde her şeyde mutlaka kriterler vardır. Ama minareyi çalan nasıl ki kılıfını uyduruyorsa kanunu uygulayacak olan da insandır. Biz toplum olarak düşüncesi, fikri ne olursa olsun yanımda her kesimden insan çalışabilir, herkese ekmek vardır, zira önemli olan işten verim almaktır demediğimiz ve uygulamadığımız müddetçe kanunları kendimize benzetiriz.
Bir rektörü kurucu olarak atıyorsunuz. Adam hizmetlisinden memuruna, öğretim görevlisinden dekanına varıncaya kadar kendi zihniyetindeki adamlarla dolduruyor. Bu demektir ki bu üniversitede başka kesime ekmek yoktur. Geçmişimiz birilerinin ayağını kaydırarak o makama gelme ile doludur. Bir defa kamuya eleman alımında önce samimi olmalıyız. Devletin verdiği hakkı kötüye kullanmamalıyız. Kurumumuzu arpalık olarak görmemeliyiz, düşmanımız bile olsa onunla çalışmayı içimize sindirmeliyiz. Vatandaşın gözünde ‘Kendi yandaşlarını aldı’ imajının ve algısının olmaması lazımdır. Çalışmayana devletin hiçbir kurumunda iş olmamalıdır, çalışana devletin her kurumu açık olmalıdır. Biz bugüne kadar devletin inisiyatif verdiği her alanı hoyratça kullandık, bu konuda karnemiz iyi değildir.

Kanunu bir otomobile, kanuna tabi olan ve uygulayıcıları da o arabayı süren şoföre benzetelim. Şoför iyiyse araba menziline sağ salim varır. Şoför kötü ise dünyanın en iyi markasını da verseniz adam gider bir duvara toslar. Hasılı önce beynimizi değiştirelim, bu konuda kaç kişi samimiyet testini geçebilir? Eğer geçemiyorsak kanunla falan uğraşmayalım. Önce kendimizi değiştirelim. Zira at sahibine göre kişner…30/07/2017





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde