Ana içeriğe atla

Eğitim ve öğretim üzerine öneriler -I-

Başta eğitim ve öğretime yön veren siyasiler olmak üzere hepimizin malumudur ki eğitimimizi sos veriyor. Yapılan onca sistem değişikliğine rağmen ileriye gideceğimiz yerde gerisin geriye gidiyoruz. Toplum olarak yerinde saymaya bile razıyız. Eğitim ve öğretimin lise bitinceye kadar ücretsiz ve zorunlu olduğu ülkemizde hem devlet hem de veliler olarak dişimizden tırnağımızdan artırdığımızı eğitime harcıyoruz. Sonuç sıfır elde var sıfır bile değiliz. Sıfır elde eksilerdeyiz.
Başta yetkililer olmak üzere yediden yetmişe eğitim ve öğretimin iyileştirilmesine odaklandık, maalesef bu kadar iyi niyetin bol olduğu bu ülkede bu alanda bir arpa boyu yol alamadık. Denemediğimiz yol, metot, sistem; harcamadığımız para kalmadı. Dolduruyoruz olmuyor, boşaltıyoruz olmuyor. Onca çabaya rağmen ne yaptığımızı bilen varsa beri gelsin. Hiç olmadığı kadar aciziz bu konuda. Eğitim konusunda ortaya koyduğumuz değişimin meyvelerini yemeden akşamdan sabaha yeni değişikliklerle uyanıyoruz durmadan. Yarım mürekkep yalayan herkesin söz söylediği eğitim konusunda yarım bile yalamamış biri olarak bu konuda görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
·         Çocuğun başarısında, ona kişilik verilmesinde birinci faktör sınıf öğretmenidir. MEB sınıf öğretmeni seçiminde küçük dimağların seviyesine inebilecek, onları işleyebilecek kalifiye sınıfçılar yetiştirmeli ve çocuklarımızı onlara emanet etmelidir.
·         Ortaokul ve lise eğitim ve öğretim arasındaki uçurumlar yok edilmelidir. Zira öğrencilerin bozulmaya yüz tuttuğu yerler ortaokullardır. İlkokulda tek öğretmeni olan çocuk ortaokula gelince aynı anda 10-12 öğretmenle karşılaşıyor. Hayatında ilk defa böyle bir şeyle karşılaşan çocuk ‘Ne oluyorum’ demeye başlıyor. Çocuk ortaokulda sahipsiz kalıyor, yeterince ona rehberlik yapılmıyor, ağır ders yükünün altında eziliyor; yalanı, dolanı, sahtekarlığı, kopya çekmeyi, devamsızlık yapmayı, okuldan kaçmayı burada bulduğu boşluktan öğreniyor. Yeterince sorumluluğunu üstlenemiyor. İlkokulda görmediği ve yapmadığı kadar sınavı ortaokulda görmeye başlıyor, TEOG’da ihtiyaç olacak diye notlar alabildiğince şişiriliyor. Veli-öğrenci-okul yönetimi notların yükseltilmesi peşinde. Bunu gören öğretmen alabildiğine notları şişiriyor. Böylece kimse çocuğun seviyesini öğrenemiyor. Yapılan merkezi sınav alabildiğine kolaylaştırılıyor ve 17 bin birinci çıkıyor. Herkes mutlu mu mutlu! TEOG sınavına giremeyen öğrenci bir başka zaman telafi sınavına alınıyor, öğrenci sınava gelmediği zaman öğretmen mazeretine bakmaksızın peşinden koşarak  sınavını yapmaya çalışıyor. Takdir almayan öğrencinin sayısı bir sınıfta neredeyse yok gibidir. Hiç belge alamayan teşekkürle yetiniyor.

Çocuk liseye gelince derslerin çeşidi ve haftalık ders yükü biraz daha artıyor, devamsızlık mazeretsiz on güne iniyor, ortaokulda aldığı yüksek notların yarısını almaya başlıyor öğrenci. Bu sefer veli ve öğrenci yine “Ne oluyor” demeye başlıyor. Öğretmeni, yönetimi ve okulu suçlamaya başlıyor. Düşük notu gören öğrenci ve veli derslere takviye amaçlı başka yollara tevessül ediyor. Lise üçüncü sınıftan itibaren geleceğine yön verecek seçmeli dersleri seçmeye başlıyor. Kimse yeteneğine ve yapabileceğine uygun seçmeli dersleri seçmiyor, herkes gelecek vadeden seçmeli dersleri seçiyor. Öğrenci kakalamaca okulu bitiriyor. Önce YGS, ardından LYS sınavlarına giriyor. Bu sınavlara giren öğrenci sınav başlama saatinden en az 15 dakika önce sınav yerinde olmak zorunda. Olamadıysa hiçbir mazeret kabul edilmez. İştah ve hevesini önümüzdeki yıla saklar. Sınava giren çoğu öğrenci boyunun ölçüsünü alır, TEOG’da sayısız birincinin yerini birkaç birinci alır. Çoğu kimse barajı geçemez, TEOG birincisinden fazla sayıda öğrenci sıfır çeker. Çünkü burada ortaokulun zıddına dört yanlış bir doğruyu da götürmektedir. Anlatmak istediğim ilkokul, ortaokul, lise okuma ve değerlendirme arasında uçurumlar vardır. Basitten zora doğru azar azar sorumluluk verilerek makas daraltılmalıdır.

İlkokulda alabildiğine verilen geniş alan, biraz daraltılarak ortaokulda devam ediyor, lisede ise tamamen sıkboğaz etme yoluna gidiliyor. Ortaokulda çocuğun gerçek başarısı ve yeteneği ölçülemediği için veli, çocuğunun lisede değiştiğini sanıyor. Halbuki, esas çocuğun kendini ve sorumluluğunu kaybettiği alan ortaokullardır. İşin garibi çocuğa sorumluluk verilecek yer olan ortaokulda çocuklara rehberlik yapabilmek için 8.sınıf hariç müstakil bir ders saati bile yoktur. 8.sınıf ve lisede yapılmak istenen rehberlik en fazla ihtiyaç duyulduğu 5.6.7.sınıflardan esirgenmektedir.

Ortaokulda ders çeşitleri ve haftalık ders yükü azaltılma yoluna gidilebilir. Devamsızlık için bir süre belirlenebilir, Beden Eğitimi gibi öğrenciyi rahatlatacak, oyun isteğini giderecek derslere haftalık ders saatinde daha fazla yer verilebilir. Belirli bir not ortalamasını yakalayamayan öğrencinin sınıf tekrarı yapılmasına imkan verilebilir, ŞÖK ile öğrenci geçirme yöntemi kaldırılmalıdır. Özellikle ortaokullarda getirilecek eleme usulü eğitim ve öğretimde başarıyı yakalayacak düşüncesindeyim.

Kangren haline gelmiş eğitim ve öğretimi birkaç öneri ile halletmek mümkün değildir. Başka yapılması gereken hususlar da vardır. Ama ne yaparsınız ki tüm bunları yazmaya bizim sayfamız yeterli gelmez. Bu yüzden önerilerimi burada noktalamak istiyorum. 06/06/2017



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde