Ana içeriğe atla

Eğitim ve öğretim üzerine öneriler -II-

Beş yıllık zorunlu eğitim önce 1997 yılında 8 yıla, 2012 yılından itibaren de 12 yıla çıkarıldı. Şimdi de zorunlu eğitimin 13 yıla çıkarılması gündemde. Bir filden şikayetçi olan Nasrettin Hoca'nın, Timur’dan ikinci fili istemesine benzer bu durum.

Yetkililerimiz 12 yıllık zorunlu eğitimden ne buldular ki 13 yıla çıkarmayı düşünüyorlar. Baştan söyleyeyim bu ülkenin sorunu yapılan eğitimin yıl bazında az veya çok olmasından kaynaklanmıyor. Amaç sorunu çözmekse eğer, çözümü başka yerlerde aramak lazım. MEB'in çabası "Kellim kellim la yenfeu" olmaktan öte bir amaca hizmet etmeyecektir.

Bizim kültürümüzde "Beşikten mezara ilim öğrenme vardır." bir defa. Öğrenmenin yaşı, başı ve sınırlaması olmaz. Eğitimde yıl dayatmasından ziyade eğitim ve öğretimin belirli bir yaşa kadar örgün, ardından yaygın ve çıraklık şeklinde devam etmesinde fayda vardır. Marifet ana sınıfından alınan çocuğun sene kaybetmeden liseyi bitirmesi olmamalıdır. Burada sorun kapasitesine, yeteneğine bakılmadan aynı yaş grubundaki çocukların aynı ortamda okutulmasının istenmesidir. Nasıl ki beş parmağın beşi de bir değilse kapasite, fıtrat, zeka ve akıl yönünden de çocuklarımız aynı değildir.

Çocuklar ilk kademeyi bitirdikten sonra kapasite ve yeteneklerine göre tasnif edilmeli. IQ-zeka testi çıkarılmalı her çocuğun. Zekasına göre sorumluluk verilmeli. Hangi zeka türünün ne kadar okuyacağı tespit edilmeli. İş şansa bırakılmadan, herkesi aynı torbaya koymadan yol almanın yolları bulunmalıdır. Bazı çocuklar vardır ki ortaokul 6.sınıftan itibaren çıraklık eğitim marifetiyle meslek öğrenme yoluna gitmelidir, bazı çocuklar, ortaokulu bitirdikten sonra yeteneğine uygun iş alanlarını öğrenmek için seçilmelidir. Bazı çocuklar liseyi bitirdikten sonra iş hayatına atılmalıdır. Bazı çocuklar vardır ki üniversiteyi okuması zorunlu hale getirilmelidir. Bazıları vardır ki lisans eğitiminin üzerine yüksek lisans yapma yolu açılmalıdır. Devlet hangi alanda ne kadar elemana ihtiyaç varsa bir fizibilite çalışması yaptıktan sonra zeka testine uygun öğrenci seçerek eğitim ve öğretimde mesafe almalıdır. Her öğrenciye her sınıfı, her dersi okutma modasından vazgeçilmelidir. Çünkü bu iş kapasite meselesidir. Çocuklara kaldırabileceği kadar yük yüklenmelidir. 

Bu ülkenin sadece üniversite mezunlarına değil, hayatın her alanında çalışabilecek insan gücüne ihtiyacı vardır. Çünkü hayat iş bölümünden ibarettir. Liseyi bitirdikten sonra üniversite kapısında öğrencileri bekletmek, onlara zorla üniversite kazanma yolunu dayatmak, üniversiteyi okuduktan sonra alanıyla ilgili iş verememek hayra alamet değildir bilesiniz. Herkesin efendi olmaya çalıştığı bir ortamda hizmet sahasında çalışacak adam bulunamayacak bu gidişle.

İlkokulu bitirdikten sonra her yaş ve sınıf seviyesinde “Ben okumak istemiyorum” diye bağıran çocukları elemek suretiyle okumaya hevesli, belirli hedefi olan çocukların önü açılmalıdır. Elenen çocuk ya kendine gelecek, ya da ekmeğini ve geleceğini kazanacağı bir alana kayacaktır. Devlet, anne ve babalar okuma hedefi olan kişiler üzerine yoğunlaşacaktır. Siz hangi sistemi getirirseniz getirin, eleme sisteminin olmadığı hiçbir sistem bu ülkeye başarı getirmez. Yaptıklarımızla, sarf ettiğimiz gayret ve çaba ile sadece havanda su dövülmüş olur. 06/06/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde