Ana içeriğe atla

Bugünün anne ve babaları huzurevinden yer ayırtmayı ihmal etmeyin!

Günümüzde geleceğimizin teminatı olarak yetiştirdiğimiz nesle yaşına göre sorumluluk vermediğimiz ve onu sürekli koruyup kolladığımız müddetçe çocuklarımız adına da daha fazla çalışacağız demektir. Çünkü yaşına uygun olarak vermediğimiz sorumluluk onu sırtımızdan indirmeyecektir. Bu demektir ki hem kendimiz hem de çocuklarımızı mutlu etmek için iki kat çalışacağız demektir.

Bu çağın anne ve babalarının çocuk yetiştirmedeki en büyük sorunu kendi anne ve babalarının kendisine verdiği sorumluluğu kendi çocuklarından esirgemeleridir. Yani aşırı korumacılık hastalığıdır, onlara kıyamamaktır. Öncelikle biz anne ve babaların, "Geçmişte ben çok çektim, çocuğum çekmeyecek; ben çok özlem duydum, onlar özlem duymayacak; ben neyi göremediysem çocuğum onu görecek. Asla ezilmeyecek..." hastalığından kurtulması gerekiyor.

Çocuklarımıza vermediğimiz sorumluluktan dolayı onları mutlu edebilecek miyiz? Sanmıyorum. Hiç mutlu olmazlar/olamazlar. Çünkü  onları mutlu etmek amacıyla her istediklerini yapmak, her istediklerini almak onları doyumsuz isteklere gark edecektir. Emek sarf edilmeden elde edilen şeyler onları hazıra konmuş mirasyedi evlat yapar. Yapacakları basit işleri bile kendimize havale etmek onları hazır yiyici yetiştirecektir bir defa. 

Okumanın dışında hiç sorumluluk vermeden üniversite mezunu yaptığımız çocuğumuz hayatın yükünü çekmeye hazır olur mu acaba? Olamaz. Çünkü 24-25 yaşında ilk defa sorumluluk alacak olan çocuk yüzme bilmeden denize açılan kimseye benzer. Ya girer boğulur, ya da boğulma endişesiyle denize girmez. Halbuki hayat bir deryadır. Onun şartlarına göre insan manevra yapamazsa hayatın içinde kaybolur gider. Burada yok olup gidecek nesilden bahsetmiyorum. Onlar yine yaşamaya devam edecekler. Ama hiç kendileri olmadan. Yine anne ve babasından bekleyecek her şeyi. Anne ve baba ona hep verecek, o ise hiç onlara bir şey vermeyecek. 

Hayatın yükünü tam üstlenemeden ya sizin başınıza bir şey gelirse ne olacak? Çocuğunuz nasıl yaşayacak? Bu durumda hayata alışması zor olacak. Haydi sizin başınıza bir şey gelmedi. Pekiyi, çocuğunuzun size bir faydası olur mu? Hastalansanız, yatalak durumuna düşseniz, bakıma muhtaç olsanız size bakabilecek mi? Bakmaz, bakamaz. Bu durumda sizin gidebileceğiniz en iyi yer huzurevi olacaktır. Başkası da paklamaz. Siz de çocuğunuza yük olmak istemezsiniz zaten. Kendiniz tıpış tıpış huzurevinin kapısını çalarsınız. Çünkü uçan kuştan korudunuz onu. Kem gözlerden sakındınız onu. Hayatın içinde hiç yoğurulmayan size nasıl bakacak? Bu, tabiatın ruhuna aykırıdır. Eğer evlenir, çoluk-çocuğa karışır, evliliğini devam ettirebilirse kendine ve çocuklarına bakıp onları büyütebilirse büyük başarıdır.

Bu durumda siz en iyisi şimdiden huzurevinden kendiniz için bir yer ayırtsanız iyi olur. Çünkü bu gidişle huzurevine gidecek, orada kalacak kişilerin sayısı her geçen yıl artacaktır. Huzurevinde son günlerinizi yaşarken evladınız dışında sizi ziyaret edecek birkaç kişiyle vakit geçirirsiniz artık. Bu kadar huzur  size yeter de artar bile. Orada günlerinizi geçirirken size sorumluluk veren anne ve babanızı da hayırla yad etmeyi unutmayın olmaz mı? 06/06/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde