Ana içeriğe atla

Estetik furyasına kapılmayalım!

Yan taraftaki resmi sanırım haberlerde çok miktarda görmüş olmalısınız. Resmin sol tarafındaki görüntü kızımızın orijinal hali. Sağ taraftaki ise estetik sonucu geldiği durum.  Güzelleşme uğruna içine düştüğümüz ahvali resim ayan beyan göstermekte. Çok bir şey söylemeye gerek yok.

Haber 7'nin verdiği bilgiye göre "Türkiye'de yılda 50 bin kişi estetik operasyonu yaptırıyormuş. Hollanda, Almanya, Fransa ve Belçika'da yaşayan kadınların gözdesiymiş ülkemiz.  Dünyada estetik yaptırmada 9.sıradaymışız. Bu ameliyatlarda zaman zaman estetik kazaları da olmuyor değilmiş." Bu verilen bilgi öyle zannediyorum, kayıtlara geçen resmi bir bilgidir. Gayri resmi yapılan estetik operasyonları bu istatistiki bilgilere dahil olmasa gerek. Burada Türk insanının hakkını da teslim etmek lazım. Birçok alanda sonlardan birinci olurken insanımızın estetik yaptırmak suretiyle dünya sıralamasının ilk dokuzunda yer almamızdaki katkısı yadsınamaz.

Estetik en fazla yüz, burun, kalça, göğüs vb. yerler için yapılmaktadır. İnsan niçin estetik yaptırır? Herhalde güzel olmak ve güzel görünmek içindir. Değer mi güzelleşme uğruna insanımızın bıçak altına yatmasına? Bu, "Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü" prensibine aykırı bir durumdur. Kişinin kendisini beğenmemesidir, fıtratı zorlamasıdır, doğallığı yok etmesidir. Ustasını beğenmemektir. Kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmasıdır. Maskeyle dolaşmasıdır. Canını ve sağlığını tehlikeye atmaktır. 

Din, kişinin toplum içerisine çıkmasını engelleyen, acı çektiren, psikolojisini bozan ve sağlık vb nedenlerle estetiğin yapılmasına izin verir. Güzellik uğruna yapılan estetiklere cevaz vermez. Hoş, estetik yaptıranlardan çoğunun dini kaygı taşıdığını da düşünmüyorum. Şayet böyle bir endişe olsaydı, ülkemizde estetik ameliyatlarının oranı bu kadar fazla olmazdı. İnsanımızın çöplüklerden ekmek topladığı, dünyanın açlıkla boğuştuğu bir dönemde başkasına caka satmak için bir kısmımızın güzelleşme uğruna canını tehlikeye atacak şekilde bıçak altına yatmasının hiç makul bir izahı olamaz. 2009 yılında  oğlumu burun ameliyatı yaptırmak için bir KBB uzmanına götürdüm. Çünkü nefes almada zorlanıyordu. Doktor, ameliyat yapmadan önce estetik de önerdi bize. Doktora, düşünelim diyerek çıktık. Oğluma "Ne dersin evlat! Doktoru dinledin. İstiyorsan olabilirsin" dedim. Daha 18'ine yeni girmiş oğlum: "Olmaya olalım ama din cevaz verir mi buna" dedi bana. "İyi düşündün evlat, din buna izin vermez" dedim. Estetik faslını bu şekilde kapatmış olduk. Bu duyarlılığından dolayı hani gıpta etmedim değil oğlumla.

Giderek artan güzel olma furyası daha başımıza neler açacak? Bunu da zaman gösterecek. Güzelleşme o kadar aklımızı almış olmalı ki, insanımızın gözünü kör, kulağını sağır, basiret ve ferasetini de kapatmış. Sadece açık olan cebi. Güzelleşme budalalığı yüzünden kendisinden servet istense öyle zannediyorum kesenin ağzını açacak. Biz, huyunu, suyunu beğenmediğimiz kişilere "Kendini beğenmiş" deriz. Bu tipler kendini de beğenmiyor olmalılar ki bıçak altına yatıyor. Bu tiplerin aklı bir karış havada. Akıl olmayınca işinin ehli mi değil mi demeden hemen elini cebine atıyor ve ameliyat masasına yatıyor. Kimi berberi buluyor, kimi de kasabı. Yeter ki güzelleşsin. Yukarıdaki resimde göründüğü gibi arayan buluyor. Kimi güzelleşiyor, kimi de organını kaybetmekle karşı karşıya kalıyor. Böylece haberlere konu olup Türkiye gündemine oturabiliyor. 

İnsanımız hiç olmadığı kadar süslenmeye, estetiğe, makyaja, dövme yaptırmaya para harcıyor. Parasını temel ihtiyaçlardan ziyade gereksiz harcıyor. Kimimiz aç yatarken kimimiz de parasıyla keyfini ve sefasını sürmeye çalışıyor. 

Adana'da meydana gelen bu dudak operasyonu bu yolda efor sarf eden özellikle bayanlar için ibretlik bir vakadır, kulaklarına küpe olur. İnşallah kimse böyle bir yola başvurmaz ve yeltenmez, ava giderken avlanmaz, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaz, pirince giderken evdeki bulgurdan olmaz, olanla yetinir, tabiatı zorlamaz. 07/05/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde