Ana içeriğe atla

Aytaç Açıkalın'ın 2012 konferansından notlar

2012 yılının Mayıs ayının sanırım 3'ü idi. Konya Ticaret Odasında 14.00-17.00 saatleri arası Konya merkezde görev yapan okul Müdürlerine yönelik bir konferans düzenlenmişti. Katılım zorunlu idi. Oldum olası zorunlu katılımlardan pek hazzetmedim. Konuşmacı da ismini ilk defa duyduğum Aytaç AÇIKALIN idi. İmza sirküsünü imzalar, az oyalanır. Sonra ayrılırım dedim içimden.

Protokol gereği kısa selamlama konuşmalarından sonra konuşmasını yapmak üzere mikrofon misafire verildi. İlk defa gördüğüm kişi yaşlı biriydi. Konuşmasına başlarken 17.00'ye kadar buradayız dedi. İşte cinsin biri. Üç saatlik bir konferans olur mu, sonra çekilir mi dedim yine içimden. Geçinenlere niçin geciktiklerini sordu. Yağmurdan dolayı geciktik diyenlere, "Buraya daha önce gelenlerin üzerine yağmur yağmadı tabii," dedi.

Elinde mikrofon koca salonun bir orasına, bir burasına koşuyordu o benim ihtiyar dediğim kişi. Altına 2012 yazdığı sunusunu bir önden bir arkadan okutuyordu katılımcılara. Her okutacağı kişinin yanına kadar gidip eline mikrofonu uzatıyordu. Yaptığı pek konferansa benzemiyordu. Düpedüz ders işliyordu o zamanlarda 77 yaşlarında olan bu ihtiyar delikanlı. Kimin yanına ne zaman geleceği, kime ne soracağı belli olmayınca uyumak isteyen veya yanındaki kişilerle sohbet etmek niyetinde olanların da gözünü açtı. Konuştukça herkesin gözü fal taşı gibi açıldı. Hep dikkat kesildik. Çünkü yeni ve ilginç şeyler söylüyordu. Deli-dolu bir adam görüntüsü veriyordu. İşte tam adamımı buldum. Bırakın üç saati saatlerce gözümü kırpmadan dinlerim ben bu adamı dedim. Elimde süs olsun diye getirdiğim ajandamı açtım notlar almak için. 

Bizde yıllar öncesinde yediğimiz bir yemek için tadı damağımda kaldı deriz. Bende de onun konuşması iz bıraktı. Zaman zaman onun konuşmalarını başka yerlerde onu referans göstererek sattım.  Konferansın akabinde ondan aldığım notları facebook sayfamda kesik kesik paylaşmışım. Dün "Tarihte Bugün" bildirimi ekranıma düştü. Bir göz attım neler paylaşmışım diye. Hemen benim efsane adamım çıktı karşıma. Aradan beş yıl geçmiş. Tekrar o konferans ve Aytaç hocam gözümün önüne geldi. Şimdi size onun 2012 konferansından aldığım notları paylaşmak istiyorum:
*68 kuşağı devrimci idi, şimdiki kuşak; kulağında küpesi, vücudunun her yerinde dövmesi, özentili bir kuşak. Şimdiki kuşakla mücadele edilmez, çok uğraşmak gerekir.
*Okul kapısındaki çift başlı kartal olmalıdır. Müdür, sol tarafıyla geçmişi sağlıklı değerlendirmeli, sağ tarafıyla da geleceğe güvenle bakmalıdır.
*İnsanın ağzından, kulağından giren çıkar: Küfredenlerin her biri küfrü not alarak, dershaneye giderek öğrenmediler. Hepsi arkadaşlarından öğrendiler, unutmuyorlar da.
*3 sihirli kelimeyi sürekli kullan:
-Teşekkür ederim
-Lütfen
-Özür dilerim
3 zehirli kelime:
-Zeka
-Yetenek
-Kapasite
(Zekası, yetenek ve kapasitesi yeterli değil şeklinde)
Nobel ödülünü alanların hiç biri üstün zekalı kişiler değildir.
*Doktor ameliyat yaparken yakınlarını içeriye almaz. Okullardan veli çıkmıyor. Kendi işinize velileri niçin bu kadar karıştırıyorsunuz. Çocuğunun durumunu öğrenmek için okula gelen bir veliye çocuğuyla ilgili dert yanan öğretmene annesi, "Evde de şunları şunları yapar hiç memnun değilim," demiş. Öğretmen veliye , "Evdeki yaptıkları sizin meseleniz," deyince kadın, "Okuldaki yaptıkları da sizin meseleniz," demiş.
*Müdürün yaptığı toplantının başı ve sonu belli olmalıdır.
*Eskiden karakterli insan sayısı çoktu; çocuktan bit çıkar, psikolojisi bozulmazdı; Çanakkale'de ölüme giderken hiçbirinin psikolojisi bozulmadı. Sahte rapor veren doktor olmaz, binası çürük mühendis bulunmazdı.
*Benim haksız sizin haklı olabileceğinizi kabule hazır olmak bilimsel yaklaşımdır.
* Her koyun kendi bacağından asılır, biz birbirimizin bacağını asılırız.
*Milli Eğitim Müdürlüğü yaparken her gün arayıp okuluyla ilgili şikayette bulunan müdürü makamıma çağırdım, “İstifa et.” dedim. “Efendim ben suistimal yapmıyorum,” dedi.  Müdüre “Sen beni suistimal ediyorsun,” dedim.
*Sunacaklarımın (Söyleyeceklerimin) yarısı yanlıştır. Ama hangi yarısının yanlış olduğunu bilmiyorum.
*Okullarda önce öğretmen zilini, sonra öğrenci zilini çalmalı.
*Elinde ajandası olmayanın müdürlüğü tartışmalıdır.
*Essah müdür, gözünü ve gönlünü okuluna verendir.
*Bundan iyisi can sağlığıdır diyenin müdürlüğü bitmiştir.
*Müzik dinlemeli, şiir okumalı.
*Müdürlük müstakil olmalı, onların okuttuğu dersten hayır gelmez.
*Müdür rutin ve lüzumsuz işler yapmaz; süt taşımaz.
*Müdür cep telefonuna sahip olabilendir.

Konferansı verdiğinde eğitim sistemimiz 8 yıllık kesintisiz eğitimdi. 4+4+4 sistemi gündemdeydi. Kendisine yeni sistem sorulmuştu. Yeni sistemin nasıl olacağını bilmiyorum. Ama hangisinin daha iyi olduğunu anlamak için size bir fıkrayla cevap vereyim. “Adama iki tane içki şişesi getirmişler. “Beyefendi! Tadına bakıp hangisinin iyi olduğunu söyler misin” demişler. Adam, ilk şişeden içer içmez eliyle diğer şişeyi gösterir; bu daha iyi,” demiş. Adama, “Daha bunun tadına bakmadın,” demişler. Adam: Hiçbir şey bu içtiğimden daha kötü olamaz,” cevabı vermiş.

Milli Eğitim Müdürü olarak atandığı zaman şoför kendisini almaya gelmiş, “Nereye bineceğimi bilmiyorum. Şoför bana arka sağ kapıyı açtı. Halbuki, benim için arabanın en iyi yeri şoför mahalli idi,” dedi. Gülüştük.
***

Hocamız halen yaşıyor. Emekli oldum diye köşesine çekilmiş değil. Bilgi, birikim ve tecrübelerini Türkiye’nin her tarafını gezerek  paylaşmaya devam ediyor. Ufku çok geniş birisi. 40 yaşından sonra Milli Eğitim’deki idari görevleri bırakarak üniversiteye geçmiş. Hayatı da ilginç gerçekten. 

Şimdi 82 yaşında olmalı. Allah ona sağlıklı ve hayırlı uzun ömürler versin. Bu ülke insanının ondan öğreneceği çok şey var. Bu vesileyle hocamızı hayırla yadetmiş oldum. Allah sayılarını artırsın.  06/05/2017
                               



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde