Ana içeriğe atla

Mızıkçılık bazılarının genlerinde var **

Referandum bitti. Vatandaş kararını verdi. Sonuçlar açıklandı. Kıl payı da olsa evet kazandı. Çoğunluk sonucu kabullendi. Vatandaş işine gücüne döndü. Hala referandumda kalan bir kesim var. Oylama sonucuna itiraz ediyor. Önce YSK'ya başvurdu, ardından Danıştay'a. Buradan da sonuç alamadı, yönünü Anayasa Mahkemesine döndürdü. Orası da bize getirmeyin dedi. Böylece iç hukuku bitirmiş oldu. Şimdi sırada AHİM var. Burası zaten onları hazır bekliyor. Netice ne olur, zamanla göreceğiz.

Bu kesim hak arama yeri olan mahkemelerin yanında siyaseten de mücadele ediyor. Toplantı üzerine toplantı yapıyor. Kah referandum sonuçlarını yok kabul ediyor,  kah adil olmadı, kah yeniden sayılsın diyor. Kah sert muhalefet yapmaya hazırlanıyor, kah sineyi millete dönelim diyor. Kah halkı meydanlara çağırıyor. Hangisini yapacaklar, anlayan varsa beri gelsin?

Bir sonuca itiraz olmalı, hak aranmalı. Ama işi tadında ve dozajında bırakmak gerekiyor. Fazla mızıkçılık, arabozanlık, naz insanı bezdirir. Sonra sert muhalefet yapacağız sözü bana 1950'li yıllarda muhalefete düşen partinin bir vekilinin Meclis kürsüsünden iktidar sıralarına dönerek: “Vatandaş bize muhalefet görevi verdi, biz sizin iyi yaptıklarınızı tasvip edeceğiz, yanlış yaptıklarınıza ise muhalefet edeceğiz” şeklinde bir konuşma yapınca ana muhalefetin lideri: “Olur mu öyle şey, biz muhalefetiz, onların yaptığı her şeye karşı çıkacağız” şeklinde söylediği bir sözü hatırlattı. Böyle bir konuşma oldu mu, olmadı mı bilmiyorum. Ama halk arasında bu şekil bilinir.

1950’den beri doğru dürüst iktidar olmadığı halde devlette, devletin kurumlarında ve bürokraside hep iktidar olan bu müzmin muhalefet partisinin sanırım genlerinde var itiraz, mızıkçılık, oyunbozanlık. Nedense bir türlü gerçekleri kabullenmek istemezler. Ortamı germeyi, puslu hava oluşturmayı iyi beceriyorlar. Kendilerini kurucu irade olarak gören bu zihniyet bir türlü muhalefette olmayı içine sindiremiyor. İşin garibi iktidar olma gibi bir niyetleri de yok. Kendilerini değiştirmeden, vatandaşın ayağına, huyuna, suyuna gitmeden iktidarın  altın tepsi içerisinde kendilerine sunulmasını bekliyorlar. Kendilerini hep dev aynasında görüyorlar, insanımıza ve onun değerlerine hep tepeden bakarak oyun gelmesini ümit ediyorlar. Ülkeyi kendilerinden başkasının yönetmesine bir türlü tahammül edemiyorlar. Hazımsızlıkları da bundan olsa gerek.

Seçmenden yeterince  yüz bulamayan bu zihniyet son umutlarını mahkemelere bağlıyor. YSK son karar mercii olmasına rağmen bu referandumda Danıştay’ın yolunu tuttu. Eskiden iktidar olamasalar da mahkemeler yoluyla işlerini halledebiliyorlardı. Şimdi bir şaşkınlık içerisindeler. Sanıyorlar ki 367 garabetine imza atacak mahkeme kaldı. Oldu olacak Sulh Ceza Mahkemesini de deneseler bari. Hele bu referandumda hayatları boyunca göremeyecekleri bir yüzdeye ulaşınca nereye bastıklarını da bilmiyorlar. Yine bu cephenin oylarının hepsinin kendilerine ait olduğunu sanıyorlar. Ayrıca bu referandumu yok kabul ettiklerine göre olmayan bir şeyin neyini iptal ettirmeye çalışıyorlar? Bu da manidar bir durum. Sonra sert muhalefet ne demek? Gerginliğin kime ne faydası var. Yapacaklarsa yapıcı muhalefet yapsalar bari.

Türkiye’nin yıllardır iktidar yüzü görmeyen bu zihniyeti iktidar olmak istiyorsa ilk önce vatandaş ne istiyor. Bunun analizini yapıp ona göre politika geliştirseler daha mantıklı iş yapmış olurlar. Yeter ki halk onlara inansın, kendilerini samimi bulsun. Muhalefet olmak sorumluluk gerektirmiyor, biz bu durumdan memnunuz diyorlarsa onların memnuniyeti bizim de memnuniyetimizdir. Ama yapılan bir referandumu "şayia var, hile var" diyerek ortalığı velveleye vermesinler. Her şeyden önce vatandaşın verdiği oya ve tercihe saygı göstermeyi öğrensinler. 24/04/2017

** 27/04/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde