Ana içeriğe atla

Siyasi suikastlara dikkat! **

Devlet içte ve dışta terörle mücadele ediyor. Bu mücadelede hiç olmadığı kadar kararlı ve başarılı görünüyor. Bir ara haftada bir eylemle yüz yüze kalmıştı ülke. Gençliğinin baharında nice can ve ciğerlere mezar olmuştu.

Son aylarda devlet daha bir teyakkuzda. Özellikle Fırat-Kalkan harekatıyla birlikte Güneydoğu'da meydana gelen münferit olayları saymazsak neredeyse bıçak gibi kesildi. Terörün bu şekilde yok denecek noktaya gelmesinde istihbaratın iyi çalışması, devletin pansuman tedbirlerden ziyade terörün kökünü kurutmak için kalıcı tedbirlere yönelmesi, terörün  destekçisi olan dokunulmaz siyasilere dokunması, teröre maddi ve manevi destek veren mahalli idarelere kayyum atanması, terörle mücadele azim ve gayreti göstermesi vb. nedenlerin katkısı vardır. Dün içimizde var olan hainlerin temizlenmesi ve devletin şefkat elini bırakıp Osmanlı tokadına yönelmesi yine terörü azaltan etkenlerdendir.

Terörün ilk gündemden bu şekil  geriye düşmesi hoşuma gidiyor gitmesine. Fakat bu sessizlik  beni korkutuyor. Çünkü fırtına öncesi sessizliğe benziyor. Devlet ya terör örgütlerine göz açtırmıyor, ya  terör güvenlik güçlerinin zayıf noktasını bekliyor. Ya da terör örgütleri ses getirecek başka planların peşinde. Türkiye referandum öncesi siyasi suikastlara duçar olabilir. Böyle bir suikast referanduma gölge düşürebileceği gibi referandumun ertelenmesine bile sebep olabilir. Bu yüzden devlet tüm organlarıyla gözünü açmalı, sansasyon ve provokasyona sebep olabilecek suikastların önüne geçmek için her türlü seçeneği değerlendirip uygulamaya koymalıdır. Güvenlik tedbirlerini artırmalıdır. Özellikle siyasi liderleri korumak için tedbirler almalıdır.

Referandum öncesi yapılacak mitinglerde mutlaka güvenlik tedbirleri alınmalıdır. Gerekirse miting ve salon toplantılarına sınırlandırma getirilmelidir. Hatta hiç yapılmamalıdır. Siyasiler mesajlarını TV kanalları vasıtasıyla seçmenlerine ulaşma yolunu tercih etmelidir. Siyasiler seçim propagandasında toplumu gerecek söylemlerden kaçınmalıdır. Birbirlerine saygıyı elden bırakmamalıdır. Dışta yalnızlaştırıldığımız bir ortamda iç barışı tesis etmenin yolları bulunmalıdır. Tercihlerimiz farklı olmakla beraber birlik ve beraberlik mesajları verilmelidir. Referandum sonucunda vatandaşın tercihine hepsi saygı duymalıdır. Evet/hayır çıkarsa dünyanın sonu sendromundan vazgeçilmelidir. Evet ve hayır çıkarsa  hayatın devam edeceği işlenmelidir. Vatandaşa aba altından sopa gösterilmemelidir. Gerilim siyasetinden uzak durulmalıdır. Unutmayalım ki her türlü sonuç bu ülkenin hayrına olabilir. Fakat ucunda gerilim ve kutuplaştırma olan siyasetten hayır gelmez. Taraflar seçimden sonra da birlikte yaşayacaklarını ve yüz yüze bakacaklarını unutmamalıdır.

Siyasiler seçmenine karşı dürüst olmalı ve açık oynamalıdır. Referandum sonucunda kaybeden taraf nerede hata yaptım deyip takkesini önüne alıp düşünmelidir. Hiç kimseyi suçlama yoluna gitmemelidir. 25/03/2017

** 29/03/2017 günü Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde