Ana içeriğe atla

Bir yiğit insan geldi geçti bu ülkeden *

Türkiye’nin 80 öncesi siyasi kargaşa ve çalkantılarının içinde buldu kendisini. Bir parti ile gönül ve fikir birlikteliği bulunan bir hareketin genel başkanlığını yaptı. Bahçelievler ve Kahramanmaraş katliamlarının sorumlusu suçlamasıyla yargılandı, berat etti. 80 ihtilalinden sonra 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl hapiste kaldı. İçeride görmediği işkence kalmadı. ‘Üşüyorum’ şiirini burada yazdı. Sonunda -geciken- adalet tecelli etti. 7,5 yıl yattıktan sonra suçsuz bulunarak berat etti.

Berat ettiği bir davada 7,5 yıl yatmasına, içeride işkencenin her türlüsünü görmesine rağmen birilerinin yaptığı gibi ne dağa çıkıp teröre başvurdu,  ne de isyanlara oynadı. Hapisten çıktıktan sonra yeniden partisinin içerisinde görev aldı. Partisiyle derin fikir ayrılığı baş gösterince az sayıdaki arkadaşıyla birlikte eski dava arkadaşlarıyla yollarını ayırdı. Türkiye’nin büyük -bir- birliğe ihtiyacı var diyerek yeni bir parti kurdu. Partisi her seçime kah kendisi bazen de ittifak yaparak katıldı. Kendisine ve partisine gösterilen sevgi seline zıt oranda bir oy aldı hep. Oy oranı yüzde 2-3’leri geçmemesine rağmen milletin gönlünde hep bir taht kurdu. Aldığı oya rağmen hiç seçmene küsmedi, kızmadı, sinirlenmedi… Milliyetçi ve mütedeyyin bir yönü vardı. Milliyetçiliği vatanseverlik, dindarlığı içtendi. Refah-Yol hükümetinin kritik oylamalarında hükümette olmamasına rağmen hükümete: “Milletin menfaatini gözetin ve milletin iradesini asla çiğnetmeyin. Bu minvalde yürürseniz biz sizin arkanızda oluruz' diyerek zaman zaman destek oldu. Destek verirken herhangi bir ikbal peşinde koşmadı. Destek ve muhalefetini hep açık oynadı. Hayatında fluluğa hiç yer vermedi.

Korkudan çoğu kimsenin ağzını açamadığı 28 Şubat ‘Post modern’ darbesine neredeyse tek başına karşı çıktı, sözünü budaktan esirgemedi. Bir kısım arkadaşıyla hayatın her alanında ülke için mücadele ederken hiç efendiliğini bozmadı. Beyefendi, nazik ve kibar bir şekilde nasıl muhalefet yapılabileceğini dosta düşmana gösterdi. Bu ülkenin gelmiş geçmiş değerlerinden biriydi. Ömrü çilelerle geçmesine rağmen dertlenmeden, küsmeden, isyan etmeden, içine kapanmadan doğru bildiği yolda emin adımlarla ilerledi. Kınayanın kınamasına aldırmadı. Ülkeyi, vatanı, milleti, dini dert edindi. Kim vatan ve millet adına iyi bir şey yapmışsa destek oldu. Tek başına bir ümmet olan Hz İbrahim gibiydi dense yanlış olmaz.

Devletin kara kutusu gibi bir yönü vardı. Organize ve teşkilatçılığı mükemmeldi. Haber alma kaynakları sağlamdı. Devletin aleyhine olan yapılanmaları haber alırdı. Ya iyi bir istihbaratı vardı, ya da altıncı hissi kuvvetliydi. Derin devleti tanıyan biri idi. Zaten onca işkenceye rağmen devletine küsmemesinin temelinde geri planda oynanan oyunlardan haberdar olması yatıyordu. Kirli oyunların önüne geçmek için zaman zaman sorumlu devlet yetkilileriyle görüştü.

Hal ve hareketi, konuşması, üslubu, savunduğu fikirleri ve kişiliği dolayısıyla milletin gönlünde ayrı bir yeri ve sevgisi olan bu çilekeş dava adamı birilerinin gözüne battı, onları rahatsız etti. Çünkü onlar için ayak bağıydı, temizlenmesi gerekiyordu. 25 Mart 2009 günü ipi çekildi. Bir helikopter kazasına kurban gitti. Kalemini kıranlar öyle bir plan yapmışlardı ki karda-kışta iki gün naaşı arandı. Sonunda arama ekiplerinin dışında 17 gönüllü köylü, onun cansız bedenine ulaştı. Hapiste üşütmüştük, maalesef dışarıda da üşüttük onu… Vasiyeti üzerine Taceddin Dergahı’nın bahçesine defnedildi. Kubbede kalan hoş bir sada idi bizim için. Biz ondan razıydık, Allah da ondan razı olsun. Mekanı Cennet olsun bu çilekeş dava adamının. 

Şehadetinin ardından  8 yıl geçmesine rağmen cinayeti, faili meçhul kaldı. Yakın tarihin önemli cinayetlerindendir. 17-25 Aralık operasyonuna imza atanlar bu cinayeti hükümete yıkmak için epey uğraştı. Oklar şimdi FETÖ’yü gösteriyor.  Bu cinayetin aydınlanması bu ülkenin namusudur. Mutlaka açığa çıkarılmalıdır.  Ey adalet sahipleri! Gecikmiş adalet, adalet değildir.  Neyi beklersiniz hala? 25/03/2017


* 27/03/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde