Ana içeriğe atla

Kadınlar ve mayınlar

“Körfez Savaşından 4 yıl önce Kuveytli kadınlar üzerinde bir inceleme yapan Amerikalı  bir gazeteci, Kuveytli kadınların erkeklerinden 4 metre arkada yürüdüklerini tespit eder.

Savaştan 4 yıl sonra tekrar Kuveyt’e gelen gazeteci, kadınların erkeklerden 4 metre önden gittiklerine tanık olur. Kısa zamanda meydana gelen devrim niteliğindeki bu değişimin sebebini öğrenmek için kadınların yanına gider ve bunun sebebini sorar. Kadınlar: ‘Mayınlar efendim!’ cevabı verir.”

Yukarıdaki konu olmuş mu olmamış mı, bu şekilde bir araştırma yapılmış mı bilmem. Zaten hikaye ve fıkraların gerçekliğine bakılmaz. Amaç kıssadan hisse almaktır. Bu araştırmadan siz ne anladınız bilmem ama ben, eskiden koruma amaçlı olarak perde arkasında olan kadının tehlikelere karşı şimdi öne çıkarıldığını; ölecekse, telef olacaksa ilk önce kadınların maruz kalmasını anlatıyor. Sanki günümüzü anlatıyor gibi. Eskiden perde gerisinde duran kadın şimdi her alanda. Yaratılışı itibariyle bünye bakımından zayıf bir bünyeye sahip kadın, erkeğin yaptığı zor işlere talip bugün. Tır süren kadın, dolmuş şoförlüğü yapan kadını görmek mümkün. Kadın erkeğin, erkek de kadının işinde. 

Vitrinde, ekranda her yerde kadın var. Kimi kabiliyetinden dolayı orada, kimi de görselliğinden. Kiminin cinselliği, kiminin yeteneği. Özellikle ekranlarda görev alacaklarda, filmlerde başrolde rol alacaklarda aranan özellik fizik, görsellik ve görüntü ön planda. Hele bir de vücudunu teşhir edecek şekilde giyinirse tüm kapılar açılıyor yüzüne.

Kadınlar belki kızacak ama niyetim kadınları geri plana itmek değildir. Anlatmak istediğim maalesef kadınlar erkekler tarafından kullanılmaktadır. Kabiliyetine, bünyesine uygun olsun veya olmasın hayatın her alanında kadın tıpkı savaş sonrası Kuveytli kadınların mayın tehlikesine karşı patlamalarda telef olsun diye öne sürüldüğü gibi her yerde... Kanaatimce kadınlar kendini kullandırmamalıdır. Eğer çalışmak isterse ilgisine, bünyesine, yeteneğine uygun işlerde çalışma ortamı müsait olan yerlerde var olmalıdır. Kendini ezdirmemelidir. Vücudunu ve bedenini sergiletmemelidir. Cinselliği ve dişiliği değil içindeki cevher ön planda olmalıdır. Yazımdan tüm çalışanlar bu şekildedir anlamı çıkartılmasın. Kesinlikle genellemiyorum. İstisnalar kaideyi bozmaz. Dişiliğini ön plana çıkartarak çalışanların sayısı elinin emeğiyle çalışan kadınlara oranla daha az olmasına rağmen birileri hep kadın üzerinden ekmek yemeye çalışmaktadır. Kabiliyetine göre işini düzgün bir şekilde yaparak evine ekmek götürmeye çalışanlara sözüm olmaz. Kendi tercihleridir.

Çalışacağı iş evini ve çocuğunu ihmal etmeyecek şekilde olmalıdır. Bunun için de ticaret ve üretim gibi alanlarda kendi işini kurarak serbest çalışma ve kendi işinin patronu olma yolunu seçmelidir. Sosyal ve  kültürel alanlarda, haksızlıklarla mücadelede, insan hakları ihlalleri gibi durumlarda ses getirecek hareketlerin içerisinde rol alma yolunu seçmelidir. Kamu ve özel sektörde çalışacaksa -çalışan ve işvereni mağdur etmeyecek şekilde- full time yerine part time çalışma şartları getirilmelidir.  01/03/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde