Ana içeriğe atla

"Ben trafik kurallarını iyi bilirim"

Cuma günü 13.00'da dersten çıktıktan sonra Cuma namazını kılmak için çarşıya yöneldim. Ezanın okunmasına 10 dakika var. Bir meslektaşımın arabasına bindim. Yola koyulduk.

Tali yoldan ana caddeye çıkıyoruz. Solumuzdan bir araç geliyor. Burun buruna geldik. Çarpışacağız diye içim dışıma çıktı. Çarşıya gitmekten geçtim, namaz da geçer bu durumda. Dedim hocam soldan araba geliyor. "Gelsin hocam, gördüm. Ben sinyalimi verdim. Yol benim. Sinyali verdim mi tamam. O beklemek zorunda. Ayrıca ben trafik kurallarını iyi bilirim. Bu konuda kendime güveniyorum," dedi.

Her ne kadar şoförlüğüm iyi olmasa da trafik kurallarını ben de iyi bildiğimi sanıyordum. Her konuda olduğu gibi bu konuda da yanıldığımı geç de olsa anladım. Çünkü öğretmen öyle gerekçeli ve ikna edici konuştu ki küçük dilimi yutayazdım. Şu ana kadar trafik adına bildiğimi sandığım kuralların çöpe gittiğini gördüm. Hocamızın kendinden ve trafik kurallarından emin konuşması bana bir avukatı hatırlattı. "Bir müvekkili at çalar. Avukat onu hakim karşısında savunur. Öyle ikna edici bir konuşma yapar ki, hakim beraat verir. Çıkışta müvekkiline: "Doğru söyle atı çaldın mıydı, yoksa çalmadın mı" diye sorar. Sanık: "Avukat Bey! Ben çaldım diye biliyordum. Fakat siz öyle güzel savundunuz, öyle güzel anlattınız ki, çalmadığıma kanaat getirdim" demiş. Benimki de o hesap. Kaptanımız yaptığını öyle güzel anlattı ki, şu ana kadar ben trafik kurallarını bildiğimi sanmışım.

Sormadım, bu güne kadar kaç kaza yaptınız, size kaç kişi çarptı diye. Ne zamanım vardı, ne de soracak ortam. Böyle biri böyle bir soruyu mutlaka kendisine yapılmış bir hakaret olarak değerlendirebilirdi. kaza yapmadıysa da mutlaka kazalara sebebiyet vermiştir. Sonunda kazasız belasız gideceğim yere kadar olmasa da daha önce ezanların okunmaya başladığı bir yerde gördüğüm bir caminin yanında inerek namazımı eda etmiş oldum. 02/03/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde