Ana içeriğe atla

Hangi birimiz yaşıtı bir ağacı olsun istemez! *


Mart ayı baharın başlangıcı. Aynı zamanda ağaç dikme mevsimi. Bu zamanda kamu kurum ve kuruluşları ağaç dikme seferberliğine katılır. Özellikle belediyeler öncülük yapar bu konuda. Genelde ağaç dikmeye  lise öğrencileri götürülür.

Karasal iklimin hakim olduğu İç Anadolu'da kuraklığımız eksik olmaz. Hem yağmuru çekecek, hem heyelan ve toprak kaymasını önleyecek tedbirler almamız gerekir. Bunun yolu da ağaç dikip onu yetiştirmekten geçer. Yetkililer de bunun farkında olmalı ki her yıl ağaç dikmede yarışır. Hatta bilmem kim hatıra ormanı diye de bir tabela çakılır. Hayırlı bir iştir. Yarış olmalıdır. Nedense yılda o kadar ağaç dikilmesine rağmen gözle görülür ne ormanımız var, ne de ağacımız. Çünkü diktiğimiz fidanların yanına bir daha uğramayız da ondan.

Küresel ısınmanın kendini iyice hissettirmeye başladığı günümüzde çoğu yıllarda hep kuraklık sıkıntısı yaşamaktayız. Bunun için hangi bölgeye, hangi toprağa hangi ağaç gider etüdü yapılmalı önce. Ardından ağaç dikmeden önce dikim alanının etrafı tel ile çevrilmeli. Usulüne uygun fidan dikiminden sonra damlama sistemi döşenmeli. Fidanlar büyüyüp tehlikelere karşı kendi kendini korur duruma gelinceye kadar mutlaka orman alanının bakımını yapacak yeteri kadar çalışan olmalıdır.

Devlet-millet el ele vererek ağaç dikiminde ciddi bir seferberliğe gidilmelidir. Bu konuda millet bilinçlendirilmeli ve duyarlı hale getirilmelidir. Bir insan ölünceye kadar ülkesine kazandıracağı ağaç sayısı belirlenmelidir. Örnek verecek olursak her doğan çocuk için nüfus cüzdanı çıkarılmaya gidildiği zaman ailesi daha önceden belirlenen yere ağaç bedelini yatırmalıdır. İlkokula, ortaokula, liseye ve üniversiteye başlarken, bu okulları bitirirken, evlenirken, asker vb yere giderken, iş yeri açarken, kamu veya özel işe girerken, emekli olurken devletin belirdiği yere fidan bedeli ödemelidir. Ölen kimse adına vereseleri yine ağaç bedeli yatırmalıdır. Yıllık belirlenen fidan bedelini ödeyen kişiye ödeme belgesi verilmelidir. Belgede dikilecek ağacın türü, mevkisi, ada, pafta ve parsel numarası yazılı olmalıdır. Kişi adına fidan dikilmeli, fidanın uygun yerine fidanın kime ait olduğu, ne zaman dikildiği yazılı olmalıdır. Dikilen her bir ağaç-orman alanı kendi haline terk edilmemelidir. Sulama işini yapacak, otları yolacak, ağaç diplerini açacak, yeri geldiği zaman budayacak yeteri kadar görevli istihdam edilmelidir. Burada çalışanların ücreti de alınan fidan bedellerinden karşılanmalıdır, ya da belediyeler eleman görevlendirmelidir.

Yıllar geçtikten sonra elindeki belgeye göre vatandaş kendi adına dikilen ağacı görmeye gitmeli, hatta altında piknik yapabilmelidir. Bu ziyaretinde geçmiş anılar bir bir gözünün önüne gelir. Kendisiyle yaşıt  olan ağacını gören kişi hatıralarıyla baş başa kalmalıdır. Hangi okula ne zaman başladığını, ne zaman bitirdiğini ağacının şeceresine bakarak geçmişi yadetmelidir.

Önerilerim belki birilerinize garip gelebilir. Ben ciddiyim bu konuda. İster dediğim şekilde ister bir başka şekilde mutlaka bu alana el atılmalıdır. İnsan hayatı kadar ciddi bir meseledir bu. Yeter ki devlet bu konuda yasal bir düzenleme yapsın. Hayatının her önemli safhasında kendi adına dikilip büyütülen ağaçları gören vatandaş, yapılan hizmeti görünce verdiği paraların boşa gitmediğini, bir hayra vesile olduğunun farkına varacaktır. Kendi adına dikilen ağacın bakımsız kalıp yetişmediğini gören vatandaş yetkililerden hesap soracaktır. Ne dersiniz? Var mısınız böyle bir işe? 31/03/2017


* 03/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde  ve ladik.biz de yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde