Ana içeriğe atla

Çanakkale Ruhunu Kaybetmemek *


Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti Makedonya, Romanya, Kafkasya, Irak, Filistin-Suriye, Hicaz, Kanal ve Çanakkale olmak üzere 8 cephede   Rusya, Büyük Britanya, Fransa, Sırp ve bir kısım Araplara karşı savaşmıştır. 1914-1918 yılları arasında savaş 4 yıl sürmüştür. Cephelerden sadece Çanakkale cephesinde dillere destan bir başarı gösterilmiş, Çanakkale’de düşmana geçit verilmemiştir.

Mondros Mütarekesiyle birlikte ateşkes ilan edilmiş. Almanya’nın yanında savaşa giren Osmanlı;  savaşı kaybetmekle kalmamış, ülkesi İtilaf devletleri tarafından işgal edilmiş, başlattığı Kurtuluş mücadelesi 11/10/1922 Mudanya Mütarekesine kadar sürmüştür. Giden topraklara mı yanarsın, koskoca devletin yok olduğuna mı? Vatanı korumak için canını ve malını siper ederek şehit düşenlere mi üzülürsün, savaş sonucu sakat kalıp gazi olanlara mı veya mezarı bile belli olmayan kayıp insanlarımıza mı? Bugünden baktığımız zaman I.Dünya Savaşının Osmanlı topraklarını paylaşmak için Batılılar arasında bir danışıklı dövüşün yapıldığı anlaşılmaktadır. Vatan toprağı olarak bugün bize kala kala 783.562 km² bir toprak parçası kalmıştır. Vahşi Batı, ölümü gösterip sıtmaya razı etmiş bizi.

TC kurulduktan sonra kaybettiğimiz topraklara ve  insanına sırtımızı dönerek yönümüzü Batı ile ilişkileri geliştirip onların değerlerini almak için çaba sarf etmişiz. Yine bugünden baktığımız zaman bize küçücük bir toprak parçasını reva gören Batı, değerlerimize de yabancılaşmamızı sağlamıştır. Amacım geçmişi eleştirmek, yapılanları övmek ve yermek değildir. Bir tespitte bulunmaktır. Dilipak’ın dediği gibi: “Tarih bir övgü ve yergi değildir. Bir milletin tecrübesidir.” Önemli olan geçmişten ibret almak ve geleceğe emin adımlarla ilerlemektir. Bu ülke için emek sarf eden insanlara, ölümü göze alanlara, yaralanıp sakat kalanlara minnet borcumuz var.

Her yıl 18 Mart geldiği zaman “Çanakkale Deniz Zaferi” ile ilgili anmalar yapılır. Bu vatanı bize bırakmak için göğsünü siper edenlerden sitayişle bahsederiz. Nedense gündemimizde sadece Çanakkale var. Diğer cephelerden pek bahsedilmez. Birkaç yıldır Irak Cephesinde İngilizlere karşı gösterilen ‘Kût'ül-Amâre’ başarısından bahsedilmekte. Yani demek istediğim diğer cephelerin pek esemesi okunmaz bizde. Tarihimizi hatasıyla sevabıyla bilmemizde fayda var diye düşünüyorum. Öncelikle eğri oturup doğru konuşalım. 8 cephede yedi düvele karşı mücadele eden Osmanlı, Çanakkale Cephesi dışındaki cephelerde mağlup olmuştur. Düşmana geçit vermediğimiz Çanakkale’de -askeri kaynaklara göre- 56 bin 643 şehit vermişiz. 97 bin 7 sakatımız, 11 bin 178 kaybımız olduğu belirtilmektedir. Teşbihte hata olmaz biliyorsunuz. Bu, şu demektir: Bir maç düşünün. 8 gol yemişiz, bir gol atmışız. Sonuçta 8’e 1 mağlubuz. Bugün maçın tümü üzerinde değil sadece maçın belli bir anında gösterdiğimiz başarıdan övgüyle bahsediyoruz. Attığımız şeref golü var sadece. Kaybettiğimiz toprak parçasını da büyük bir hipermarkete benzetirsek, babadan miras kalan koca bir işletme, miras üzerine konan üç evlat sayesinde iflas ettirilmiş, bize kala kala bir bakkal dükkanı (783.562 km² bir toprak) kalmıştır.

Bazı insanlar niyet okumayı iyi bilir. Sakın bu kalan toprak parçasını küçümsediğim anlamı çıkmasın. Savaşın bir cephesinde gösterdiğimiz başarıyı gündeme getirirken diğer cepheleri göz ardı etmemek lazım. Bugün artık övgü-yergiden ziyade tecrübelerimiz konuşmalıdır. Zira sadece övgü ve yergi bize zaaftan başka bir şey vermez. Koca bir vatan toprağını hangi emellerle, kimler sayesinde kaybettik? Tekrar gafil durumuna düşersek bugünkü küçük toprak parçasını da arayacağımız işlenmelidir. Yeni yetişen nesle vatanı uğrunda şahadeti göze alabilecek Çanakkale ruhunu vermek lazım. O ruhun yaşadığına inanıyorum. Nitekim aradan 100 yıl geçmiş olsa da 15 Temmuz 2016’da bunu bu millet gösterdi. Sadece zayiat farkı var. Çanakkale’de 56 bin (halk arasında 250 bin), 15 Temmuz’da ise 250 şehit verdik.

2019 yılından 1915’lere doğru göz atarsak Canavar Batı, hala Osmanlı’dan kopardığı toprakların peşinde. Osmanlı’nın bıraktığı yerlerin hiçbirinin yüzü de gülmüyor. Çünkü savaş hala bitmemiş görünüyor. Anlaşılan paylaşım devam ediyor. Gözümüzü açmamızda fayda vardır. 2016’nın 15 Temmuz’unda yeniden yaşadığımız kurtuluş savaşı, unutmaya yüz tuttuğumuz Çanakkale ruhunu yeniden canlandırdı. Bizi birbirimize daha kenetlendirdi. Bu ruhu unutmamamız lazım. Allah, birlik ve beraberliğimizi daim eylesin. Bizi vatansız bırakmasın.

*18/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde