Ana içeriğe atla

Bugünün öğretmenleri, doktorların dününü yaşıyor


Başlığım size garip gelmiş olabilir. Bu yazımda başlıkta da görüleceği üzere doktorlarla öğretmenleri mukayese etmeye çalışacağım.

Fazla değil “Tam Gün yasası” çıkmadan önce kamuda çalışan –aşağı yukarı- her bir doktorun, ikinci bir uğraşı vardı. Ya özel bir muayenehane açmış, ya özel hastanelerde ekstra nöbet tutmaya başlamış, yazdığı reçete için ya bir eczane ile anlaşmış bir durumda idi. Yapılan ameliyatlar için alınan ‘Bıçak parası’ hala belleklerimizden kaybolmadı. Çünkü ameliyat olabilmek için önce özel muayene ücreti, ardından bıçak parası vermek suretiyle devletin hastanesinde ameliyat olunabiliyordu. Rahmetli Vali Recep YAZICIOĞLU bir TV kanalında bu durumu şu şekilde açıklamıştı: “Görev yaptığım ilin devlet hastanesinde bir yıl içerisinde ameliyat olanların listesini çıkarttım, tek tek evlerini ziyaret ederek ‘Doktora bıçak parası verip vermediklerini’ sordum. 250 kişiden 4 tanesi verdim dedi. Aslında diğerleri de verdi de. Neyse…4 dürüst adam buldum diyerek bıçak parası alan doktorlar hakkında suç duyurusunda bulundum. Haklarında dava açıldı. Mahkeme günü geldiğinde bıçak parası verdim diyen dört kişi de ‘Biz bıçak parası vermedik’ diyerek daha önceki beyanlarından vazgeçtiler. Maalesef bıçak parasının önüne geçemedik.”

Doktorların daha fazla para kazanmak amacıyla bulduğu ikinci iş asıl işlerini aksatmış olmalı ki, hastanelerimiz esas işlevini yapamaz hale gelmişti. Hızlı bir şekilde yapılan muayeneler sadra şifa olmadı. İnsanımız öğle arasında, saat 16’dan sonra veya cumartesi günleri soluğu özel muayenelerde aldı. Bu tür muayenelerde genelde fatura vb işlem yapılmadığı için devlete de bir getirisi olmadı. Zira kayıt dışı ekonomi idi. Hastaneler iyice sos vermeye başlamıştı. Sonunda Sağlık Bakanlığı,  doktorlar için ‘Tam Gün Yasası’nı çıkartarak özel muayenelerin önüne geçti. Doktorlara tam gün hastanelerde çalışma mesaisi getirdi. Getirdiği performans sistemiyle doktorlardan en yüksek verimi almaya başladı. Bakanlığın bu tasarrufunu kaldırmak için başlarda doktorların iş bırakma eylemleri, Tabipler Odasının mücadelesi, mahkemelerin doktorlar lehine kararlar gibi yasaya karşı çıkmalar uzun süre devam etti.  Şu an hastanelerden muayene olan hastalar bu durumdan memnun. Başlarda işlerine gelmediği için doktorlar karşı çıkmış olsa da öyle zannediyorum şu anki durumu kabullenmiş durumdalar. Artık hastanelerden, doktorlardan pis kokular gelmemeye başladı. Sonuçta eskisi kazanamasalar da doktorların itibarı geri gelmiştir.

Başlıkta öğretmenler, doktorların dününü yaşıyor demiştim. Bugünün eğitimi dünün hastanelerini andırmaktadır. Verilen eğitimden ne öğretmen, ne veli, ne öğrenci, ne de MEB… kimse memnun değil. Eğitim ve öğretim yerlerde sürünüyor dense yeridir. Çıkış noktası bulmak için herkes bir arayış içerisine girmiştir. Bir yerde arayış varsa mutlaka buna cevap verilir. Okullardaki eksikliği tamamlamak için  dünün dershanelerinin gördüğü bu işlevi bugün değişik isimler adı altında etüt merkezleri, temel liseler, kurslar, takviye ve yetiştirme kursları, özel dersler aldı. Bu merkezlerde  az sayıdaki resmi görevli dışında çoğunluğu MEB’de çalışan öğretmenler  görev yapmaktadır. Yani öğretmen ikinci iş yapmaktadır. Tıpkı dün doktorların kurumu dışında çalıştığı gibi. Verilen özel dersin ise haddi hesabı yok. Öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu dersi dışında evine gitmeden akşamın belirli bir saatine kadar ya kurs merkezlerinde ya da özel ders görevi ifa etmektedir. Ya da bir başka iş takibi yapmaktadır, işyeri açmıştır.

Ne dünün doktorları ne de bugünün öğretmenleri yaptığımız doğru mu sorgulaması yapmadı. Yapmak isteyen az sayıdaki kişi de çoğunluğun para kazanma hırsına mağlup olmuşlardır, içlerine sinmese de. Hem doktorlar hem de öğretmenler, su akarken testiyi dolduralım derdine düşmüşlerdir. Doktorlar sıfırı tükettikleri için yeni bir düzenleme ile fabrika ayarlarına döndürüldü. Öğretmenler ise çıkarılacak ‘Tam Gün Eğitim yasası’ öncesi son demlerini yaşıyor.

Niyetim bu iki güzide mesleği ve erbabını eleştirmek değil. Bir tespitte bulunmaktır. Bu ülkede sadece bu iki meslek erbabı bu durumda değildir. Hemen hemen kamuda çalışan birçok kişinin durumu bunlardan farklı değildir maalesef. Şunu ifade edeyim ki, kimse kimsenin itibarını yok edemez. Etik değerlerin dışında yapılan her şey o mesleğe zarar verir. En fazla da içindeki olanlar bu zararda pay sahibidir. Başımıza gelecek her şey de kendi yapıp ettiklerimizden dolayıdır. Kimse kimseye kızmasın. Geleceğimizi ve itibarımızı yok etmeyelim. Hayatta her şey para kazanmak değildir. Para kazanmanın dışında elde edilebilecek güzel hasletler de vardır. 19/03/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde