İlköğretimin kesintisiz zorunlu 8 yıla çıkarılması, katsayı
ucubesi, başörtülü okuyamama, kamusal alanda başörtüsüne geçit verilmemesi,
direnenlerin mesleğinden ihraç edilmesi, mütedeyyin insanların baskıya
uğraması, iktidardaki bir partinin kapatılması…gibi durumlar peşi sıra gelmişti
28 Şubat sürecinde. Bin yıl devam edecekti. Dedikleri gibi bin yıl sürmedi. 10
yıl olmadan örümcekten kurdukları zulüm saltanatları sona erdi.
28/02/1997’ den bugüne 20 yıl geçmiş
olmasına ve o dönemde alınan kararlar bir bir kaldırılmasına rağmen her seneyi
devriyesinde konu yine bu sürece gelir. Bazılarının garibine gidebilir bu
durum. Abartıldığını düşünür. Çünkü kendisi mağdur olmamıştır. Bu süreci ancak
eşekten düşen bilir, çeken bilir. Bu süreçte meydana gelen mağduriyetleri sağır sultan duymuş, içlerine
attıkları çığlıkları Arşı Alaya yükselmiştir. O süreci
iliklerine kadar ailesiyle birlikte yaşayan bir öğrencimin çalakalem yazdığı
samimi ifadelerini aktarmak istiyorum size:
“Bizim memlekette
herkes bizim aileyi bilir, 28 Şubat presleyip geçti ailenin neredeyse her
ferdinin üzerinden. Her türlü 'mağduriyet' örneği var yani. Ablam Marmara
edebiyattaydı, okulun son yılıydı Allah'tan, diplomayı güç bela aldıktan sonra
başörtülü görev yapmaya çalıştı. İstifa edeyim mi etmeyeyim mi diye
düşünürken, müfettişin gururla 'herkesi istifa ettirdim başörtüsünden kimseyi
atmadım' sözlerine karşılık, 'iyi, beni başörtüsünden atın' deyip, atılmıştı.
Abim, İnönü üniversitesi olaylarının göbeğindeydi, hala saklıyor mu bilmiyorum
ama numaralı çamaşırların anlamını ondan dolayı bilirim.
Oradan oraya
sürüklenen üniversite olayları arasında bize de yetişir, Veli olarak da
idaremizle uğraşırdı. Ben ortaokul kısmı kapatıldığı için İHL'ye gidememiş,
ortaokulu başörtülü okuyabilmek için türlü zorluklarla karşılaşmış hatta kaç
kere 'artık bitti, ortaokulu bile bitiremeyeceğim' demiştim kendi kendime.
Müfettişlerden kaçtığımız, yönetmeliklerde bulunan küçük açıklardan okulu
bitirmeye çalıştığımız, bu arada da 'en başarılı' olmaya uğraştığımız yıllardı.
İstiyorduk ki, kabahat tümüyle onların olsun, vicdanen kendilerini rahatlatacak
tek açık kalmasın. 'Başarım boşa gitmesin' diye, liseyi İHL de okumamam için
aklımı karıştırmaya çalışanlara rağmen lisede İHL'ye gitmiştim elhamdülillah.
Ve sanırım bazı Müslümanlara
olan güvenimi o yıllarda kaybettim ve yine bir tek Allah'a güvenmem gerektiğini
o yıllarda öğrendim.. lise 2'de milli güvenlik sorunu vardı o zamanlar. Kendimce
bir çözüm bulmuştum. Adama hiç görünmeden, hiç devamsızlık yapmadan ince
hesaplar yaparak raporla yıl ucu ucuna bitiyordu. Ama 3 kasım seçimlerinde
'biz' başa gelmiştik. Sevinçle 6 Kasım'daki derse girdim-hangi akla hizmet,
bilmiyorum:)- adam sinir küpü olmuş, benim dudağımın kenarında müstehzi bir
tebessüm-kabul, çok ukalaymışım:)- Sınıfta topu topu beş kızız o zamanlar…Sınıf
başkanı, Onur kolu başkanı, (içerdeki hain bendim evet) kütüphane kolu
başkanıyım. (Günün temizlik nöbetçisiydim aynı zamanda) Adam ne dese ben
kalkıyorum, adamın gözüne battıkça batıyorum belli. Neyse lafı evirip çevirdi,
böyle giremezsiniz gelecek sefer böyle olmasın, dedi. Neden, diye sordum. Başınızdaki
anlamanıza mâni oluyor, demişti. ben de erkek arkadaşları gösterip, başı açık
zekilerle ders yapın, deyip sınıfı terk etmiştim.
Sonra Adıyaman
merkezde idarenin daha ılımlı olduğunu öğrendik, adamla da artık papaz olmuşuz,
açtırmak istiyor. Aldım tasdiknamemi, yollandım Adıyaman’a…her gün ilçeden
merkeze gidiyorum başörtülü okumak için. Orada da bir takım şeyler yaşadık ama
ilçedeki gibi değil, gülerek hatırladığım şeyler. Sonra milli güvenliğin sıfır
yazdığı (gururla söylüyorum) bir tasdikname ile geri döndüm. (Az daha birinciliği
kaptırıyordum bu yüzden) Mezun oldum ve her yıl sınava girecekmiş gibi
hazırlanıp gidip kapısından dönüp dönüp, üçüncü yılımda ancak girebildim
sınava.
İnternetten dünyanın
her yerini araştırıyorum, (Manas tıp, Kazakistan matematik-petrol müh. el Ezher
İslâm Kukuku, Kıbrıs bilg. müh., şu an hatırladıklarım) Yurt dışı bağlantısı
olan cemaat olarak Fetö’cülere yem olacaktım az daha ve emin olun bu süreçte
çaresiz kalıp onların vaatlerine kanan çok gariban olmuştur. Allah'tan
cemaatlere kol kaptırmanın ne anlama geldiğini bilecek kadar tanıyordum
cemaatlerin iç yüzünü. Bir ara ablam telefonda ‘Önder’den bahsetti ama isimden
emin değildim, Ensar mı Önder mi bilmiyorum. Google'da yazıyorum "Ulu
önder musta..." hep öyle şeyler çıkıyor. Bir gün oturdum, tüm çıkan
sayfaları tek tek açıp baktım, biri Önder ihl mezunları idi. İHL geçmişini
falan anlatıyordu. Ama site normal bir bilgi sitesi gibi. Neyse artık en
azından her internet kafeye gelişimde -evde internet yok tabi- o siteyi ziyaret
ediyorum, sınav tercihlerinin bittiği gün oradan Adıyamanlı bir ablaya (Medine
Abla) ulaştım ama artık süresi bitmişti, diğer yıla kaldı. Neyse tekrar
hazırlandım, annemde sabır bitmiş, uğraşma boşuna diyor, kız kardeşim gitar
öğreniyor, herkes o en azından kendine bir çıkış buldu, sen böyle ısrarla neyin
peşindesin, diyor. Ben hikayenin burada bitmediğinden emin şekilde ısrar
ediyorum. Onlar beni evde oturtmak için bu sorunu çıkardılar zaten, otursam onların
istediği olacak, diyorum.
Yine sınav geldi
çattı, girdim sınava. (elhamdulillah) O zamanlar elli puan fark vardı normal
liseli ile aramızda. Ona rağmen öğretmenlik hemşirelik falan geliyordu da
hayalim anime-film çekmekti benim, mühendis olmak istiyordum, ya da hiç olmazsa
annemin hayali olan kadın doğum doktoru. Zaten üniversitede başörtülü okumak
hâlâ yasak. Neyse sınavdan sonra nete bir girdim, Önder'in sayfasında bir burs
başvurusu, heyecanla başvurdum, birkaç gün sonra telefonun bir ucunda burs
başvurusu için sözlü mülakata çağrılıyordum.
Topladım çantamı
gittim İstanbul'a…şiirlerde tanıdığım, Necip Fazıl'ın ruhuna benzettiği, Yahya
Kemal'den aşina olduğum bu güzel beldeye ilk gelişimdi. Ablamın üniversiteden
bir arkadaşı karşıladı beni, gittik Cağaloğlu sokaklarında kuytu bir camide
küçücük tabelasıyla Önder'i bulduk güç bela. Yusuf abi ile mülakata oturduk.
Benim için Önder; kim olduklarını bilmediğim, sadece Müslüman oldukları için
güvenip çıkıp geldiğim bir dernekti. Mü'minleri diğerlerinden ayıran en büyük
özellik zaten tam olarak bu değil mi? Fitnecilerin bütün planları birbirimize
olan güvenimizi yıkmak için değil mi zaten?
Sonra bursu alıp
yolu yordamı öğrenip gittik Viyana'ya. (Elhamdülillah gittik diyorum, kız kardeşimin
hikayesi de üç aşağı beş yukarı aynı). Hayatım boyunca dikkat ettiğim ve
edeceğim ilke şuydu: "Allah senin iyi bir mühendis değil, iyi bir Müslüman
olmanı istiyor". Ben eğer o gün dönüp eve otursaydım, kendime yenilmiş
olacaktım. Ortaokulda dua etmiştim: "Allah'ım beni dinsiz insanlarla
karşılaştır ki, aileden Müslüman oluşumun kıymetini anlayayım." Viyana benim
için bu duamın kabulüdür.
Önceliğim mühendis,
memur, zengin veya başka bir şey olmak değildi hiç bir zaman. Hayatı anlamak
için çabaladım ve önceliği hep Allah rızasına verdim. O yüzdendir ki; kiminin
'mağduriyet' dediği şeye 'imtihan' dedim, kiminin 'hak' dediği şeye 'nasip'
dedim. Hırs yapmaktan, kibirden korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmadım ve
eminim ki 28 Şubat'ı hakkıyla anlayanların hepsi bu düşüncelere sahiptir. Biz
mağdur olmadık, bizimki bu dünyanın başarılarına karşılık öbür dünyayı satın
alma çabasıydı, inşallah muvaffak olmuşuzdur.
Biz yeryüzüne Hakk
ile Batıl'ın savaşında Hakk'ın yanında yer alma gayreti içinde 28 Şubat'ların
15 Temmuz'ların bitmeyeceğinin idrâkindeyiz. O yüzden kapıyı tutuyoruz. Bugün
edebiyatını yapmıyoruz, yapmayacağız. Kolay zamanda yer yapma derdine düşmedik.
Düşmeyeceğiz de. Ama yarın bir gün zor günler geri geldiğinde İslâm bayrağını
yere düşürmemenin gayreti içinde helal yollarla güçlenmeyi ve her türlü görevi
almaya hazır şekilde kendimizi yetiştirmeyi ihmal etmeyeceğiz biiznillah…
Hakiki anlamda 28
şubatın sahibi olanlar birbirlerini yüreklerinden tanırlar, o yüzden hiç
tedirgin olmuyorum. Rızkı da ilmi de elinde bulunduranın kim olduğunu bilerek
ve kendi rolümü idrak etme gayretiyle, tebessümle Rabb'in oyunlarını seyrediyorum.
O en iyi oyun kurucudur. Paylaşılmasını istemiyorum.” (C.Ç.)
Yazımı paylaşmayın demiş ama paylaştım gitti. Allah
böylelerinin mücadele azmini eksiltmesin, yok etmesin. Sayılarını artırsın. Mücadele azimlerinden biraz da
bizlere versinler. Hep kendilerine alıp çok da bencil olmasınlar… 02/03/2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder