Ana içeriğe atla

Ankara'nın mezarlarına bak!

İki yıl önce bir dostumun babasının vefatı üzerine Konya'dan dört arkadaşla birlikte Ankara Gölbaşı ilçesine giderek cenaze merasimine katıldık. Şehirde bir caminin havlusunda cenaze namazını kıldıktan sonra mevta,  cenaze nakil aracına kondu. Biz arabamızla kabristana gittik. Buraya kadar her şey normal seyri içerisinde devam etti. Mezara girdiğimiz zaman daha önceden belediye tarafından hazırlanmış çok sayıda mezar yeri gördüm.

Kepçe ile sıradan aynı hizada açılmış mezarların dört bir tarafına beton atılmış. Hazırlanan bu mezar yerlerinin üstü yine daha önceden hazırlanmış beton kapaklarla kapalı bir şekilde bekletiliyor. Mevtası olan kişi mezarlıklar müdürlüğünden defnedeceği mezarın numarasını alıyor. Çünkü her mezara bir numara veriliyor. Sanırım mezar yeri de paralı olsa gerek. Cenaze namazı evine yakın bir camide kılınıyor. Ardından  defin için belediyece belirlenmiş mezar yerine getirilerek hazır mezarın kapakları açılıp cenaze konduktan sonra hazır betondan yapılmış, kulplu üç kapak üstüne konuyor, beton kapağın üzeri kenarındaki az miktardaki toprakla kapatılıyor. Okunan Kur’an ayetleri ve yapılan duadan sonra işlem bu şekilde sona eriyor. Mezarlıktaki düzen ve tertip mükemmel denebilir. Fakat bana garip geldi. Demek ki Gölbaşı'nın defin işleri geçmişten günümüze bu şekilde devam ediyor diye düşündüm.

Bugün yine bir cenazeye katılmak üzere yolumuz Ankara Polatlı'ya düştü. Zira bir meslektaşımızın annesi vefat etmişti. Altı arkadaş Konya'dan Polatlı'ya gittik. Cenaze namazını kıldıktan sonra Polatlı Kabristanına gittik, cenazeye son görevimizi ifa etmek için. İki  yıl önce Gölbaşı Mezarlığında gördüğümüz manzaranın aynısıydı Polatlı’da da yapılan. Bu şekil mezar hazırlama ve mezarın dört bir tarafını betonla çevirme işi sadece Gölbaşı'na değil, tüm Ankara'ya ait bir gelenek dedim kendi kendime.

Defin işini hallettikten sonra mezarlığın içine yapılmış taziye evine gittik. Okunan aşırı şeriften sonra cenaze sahiplerine taziyelerimizi dileyip ayrıldık. Konya kültürüne göre farklı bir mezar kültürü vardı Ankara’nın...bunu öğrendik. Bir başka daha ayrıntı varmış benim farkına varamadığım. Onu da daha kabristandan ayrılmadan yol arkadaşlarımdan öğrendim: “Ceset kokusu geliyor” dedi hem de biri değil, birkaç tanesi birden. Esen rüzgarla birlikte ceset kokusu her yeri sarmış vaziyetteydi. Arkadaşlarım: “Cesetlerin kokması normaldir. Çünkü defnedilen cenazeler betonun içinde kalıp toprakla temas etmiyor. Toprakla temas etmeyince cenaze iyice çürüyünceye kadar koku devam eder” şeklinde bir açıklama getirdi. Yine yol arkadaşlarımızdan branşı Tarih olan meslektaşım: "Bunlar mezar değil, lahit" dedi. Gerçekten bu şekil bir mezar işini kim başlatmışsa hangi akla hizmetle başlattı, niyetleri nedir? Anlamak zor. Ankaralılar bu durumdan rahatsız değiller mi? Belediye bu hizmeti(!) değiştirmeyi düşünmüyor mu? Biliyorsunuz değer verdiğimiz cenazelerimizi toprağa gömme işini biz kargadan öğrendik. Karga zeki bir canlıdır. Yüzyıllardır gelen bu  toprağa gömme işini betonun içine gömme kimin aklı acaba? Yine biz biliyoruz ki ceset toprağa karışır. Çünkü topraktan geldik, yine toprağa gideriz. Her şey aslına döner misali. Sonra niye cenazeleri gömmek için acele ederiz? Beklerse kokmaya başlar, etrafı kötü kokular alır diye. Kanaatimce Ankara Belediyesi tertip ve düzen hizmetini bir tarafa bıraksın, bu yanlış uygulamadan vazgeçsin. Bu betona gömme fikrini ortaya atan kimse aklını kendine saklasın. Bizim eskiden beri gelen geleneğimiz yerinde kalsın. Haydi kokudan geçtik. Eskiden mezar soyguncuları vardı. İnanın bu şekil bir mezarı açmak, içinden cesedi kaçırmak daha kolay. Çünkü üzerine doğru dürüst toprak atılmıyor. Kötü niyetli biri geceleyin gelip mezarın üstündeki kapağı zorlanmadan bir harekette kaldırıp cesedi kaçırabilir.

Biz Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından biri olan farzı kifaye  ibadetimizi icra ederek  yolcu yolunda gerek diyerek yola koyulduk, Ankara’dan uzaklaştık. Cesetlerin kokusunu da almaz olduk. Yolda gelirken ilkokulda çokça söylediğimiz bir türkü aklıma geldi: “Ankara'nın taşına bak/ Gözlerimin yaşına bak” şeklinde. Ankara dendi mi, taşı aklıma gelirdi küçüklüğümde, görmediğim bu şehrin. Çünkü türküden biz öyle öğrenmiştik. Mezarlarını görünce türküyü: Ankara’nın mezarlarına bak/Gözlerimin yaşına bak” şeklinde dillendirmeye başladım. Gösterişli bir şekilde mermerden yapılmış mezarları söylememe gerek yok. Zaten bunu biliyorsunuz…  09/03/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde