Ana içeriğe atla

28 Şubat ve FETÖ ***


21 Şubat 2017 günü "Yakın Tarih Okumaları" başlıklı bir konuşmayı dinlemek için Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Erol Güngör Konferans salonundaki yerimi almıştım. Hatiplerden biri de Prof Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL idi. Abdülhamit ve dönemini anlatıp günümüzle bağlantı kuran Şimşirgil: "15 Temmuz’un başlangıcının 12 Eylül olduğunu, 28 Şubatın ise ülkeyi FETÖ’ye otoban yaptığını" söyledi, sözlerinin arasında.

15 Temmuz’u gördükten sonra ‘Postmodern’ darbenin FETÖ’ye yol açmak için yapıldığını dillendirmeye başlamıştım. Şimşirgil’den de bu cümleyi duyunca düşüncemin yanlış olmadığına kanaat getirdim. Bu darbe vesilesiyle hukukçu, siyasalcı olmak isteyen dindar ve mütedeyyin insanların önü kesilmek istenmiş, getirilen katsayı ucubesiyle de özelde İHL, genelde tüm meslek liselerine kendi alanlarının dışında herhangi bir bölüme girmesinin önü kapatılmıştı. İHL’lerden hukuk ve siyasala gidecek öğrencilerin önü kesilince gözde okullara gün doğmuştu. İşte bu gözde okulların öğrencileri ve ülkenin kapasiteli çocukları, üniversiteyi kazanmak için o zamanlarda adına hizmet hareketi dedikleri yapının kucağına düştü. Bu yılları dini alt yapısı yeterli düzeyde olmayan -tabir yerindeyse sıfır km olan- çocukları, bir taraftan yüksek öğretime hazırlarken diğer taraftan kendilerine hizmet edecek, bir dediklerini iki etmeyecek adanmış bir neslin yetişmesine hız verildiği yıllar olarak görmek lazım. 2012'den itibaren katsayı adaletsizliği kalkmış ve darbenin ardından 22 yıl geçmiş olmasına rağmen hala İHL'lerin belini doğrultamadığını düşünürsek bu süreci başlatanların, kendilerine engel olanları saf dışı etmek için tam isabet ettiklerini görürüz. 28 Şubat dolayısıyla askeriyeden ilişiği kesilenleri göz önüne aldığımızda ihraç ettiklerinin yerine FETÖ'nün yerleştirildiğini de düşünmek lazım. 

Ana Muhalefet Partisinin Trabzon vekilinin dediğine göre zaten bu yapı 99 yılında emniyetteki yapılanmasını tamamlamıştı. Bu yapıya mensup kişilerin 28 Şubat'la birlikte askeriyede daha üst rütbelere gelmelerinin önü açılmış, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla da daha üst rütbeye çıkmaları sağlanmıştı. Hukuk mezunlarının istihdam edildiği yargı alanı ise zaten İHL dışından yetiştirdikleri öğrenciler tarafından doldurularak yargıda da hakimiyetlerini tescillemişlerdi. Kaymakam ve valiler ise yine hukuk ve siyasal tercihli olarak atandığı göz önüne alınırsa kadrolaşmak için sinsi ve planlı bir yol izlendiği gözlerden kaçmamaktadır.

Şimşirgil'in dediği gibi 12 Eylül 80 harekatı bu yapıya yol açmış, 28 Şubat ise ülkeyi, bu yapıya otoban yapmıştır. 2000 öncesinde kadrolaşmasını hemen hemen sağlayan bu yapı, 2000'lerin ortasından itibaren taarruza geçmiş, o yıllar kendilerine dokunanın alaşağı edildiği, kodese tıkıldığı yıllar olmuştu. 17-25 Aralık süreci zaten zirvedeyiz, var mı bize yan bakan hareketiydi. 15 Temmuz'a geldikleri zaman ülkenin alınmaması için hiçbir sebep yoktu. Çünkü ellerinde yağ var, şeker var, un vardı. Helva yapmaya ramak kalmıştı. Devleti ele geçirmişler geçirmesine ama  bir hesap hatası yaptılar. Milleti hesaba katmamışlardı. Çünkü onlara göre millet korkak ve ödlekti. Silaha karşı duramazdı, Önceki darbelerde evine kapanan ve darbeyi kabullenen millet, bu defa da öyle yapacaktı. Onların gizli mahfillerde yaptıkları hesapları çarşıya uymamıştı. Onların kurdukları bu sinsi tuzaklarının yanında Allah'ın da bir hesabı vardı. Kim durabilirdi karşısında? Allah cesaret verdi, bu millet meydanlara akın etti. Darbede başarılı olamayanlar yarasalar gibi kaçıştı.

Şimdi bizim için 12 Eylül, 28 Şubat ve en son yapılan 15 Temmuz kalkışması tarih olmuştur. Zaman FETÖ'ye kızma ve yerme zamanı değildir. Sürekli onları gündemde tutup kötülesek bize bir faydası olmaz. Dilipak'ın dediği gibi, "Tarih övgü ve yergi değildir, bir milletin tecrübesidir" demek lazım. Yine biz: "Tecrübe, yediğimiz kazıkların bileşkesi" demiyor muyuz? Geçmiş ihmalleri, hataları, ülkeyi birilerine ihale etmemeyi öğrendik. 


Aynı delikten bir daha girmemek için bir plan ve program dahilinde ülkeyi geleceğe götürmek için çaba sarf etmeliyiz. Geçmiş tecrübelerimiz kulaklarımıza küpe olsun! Allah bu milleti böyle ağır, kanlı ve öldürücü darbelerden korusun. Korkak, ödlek, yediği tabağa pisleyen hainlere bir daha fırsat vermesin. Hem 28 Şubat sürecinde, hem 15 Temmuz gecesinde mağdur olan mazlumların ahı, mağrur zalim ve mütekebbirlerden aheste aheste çıksın. Hem bu dünyada hem ukbâ alemde iki elleri, onların yakasında olsun!




***28/02/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde