Ana içeriğe atla

Öğretmenimle 43 yıl sonra

Öğretmenim
Mustafa VAREL
İnsanın unutamadığı kişiler vardır hayatta. Hiç gönlünden çıkmaz. Hep içinde bir özlem vardır. Ah bir görsem, bir araya gelsem der durur. Her daim hayırla yad eder. Çünkü ilk gözünü onda açmıştır; ilk okumayı, ilk yazmayı ondan öğrenmiştir. Küçük yaşta bir ufuk vermiştir. Her şeyden de öte sevmiş ve sevdirmiştir. İlk göz ağrısı denir ya! İşte öyle bir şey.

İlkokul öğretmenimden bahsediyorum. Mustafa Varel. Hem anamızdı, hem de babamız desem yeridir. Dünyamız ondan ibaretti. İlkokul 1-3'ü onda okudum. Okullar açılıp okula geldiğimde bir-iki hafta dersimiz boş geçtikten sonra bir başkası, 5.sınıfta ise bir diğeri geldi. 4 ve 5'te beni okutan öğretmenler bende bir iz bırakmadı. İlk öğretmenim ise bende  olumlu derin izler bıraktı. İlk sazı onda gördüm. Saz eşliğinde bize "Çırpınırdı Karadeniz/ Bakıp Türk'ün bayrağına.." marşını ilk ondan dinledim. O çalar biz sınıf olarak ona eşlik ederdik. Zaman zaman bize hikaye okurdu bir kitaptan. Adını unuttuğum kitapta sık sık kitabın kahramanı Hayri Dede diye birinden bahsedilirdi. O, koşa koşa cumaya gider, arkasına takılır ben de giderdim. Namaz çıkışı hızlı hızlı gelir, ben de arkasından koşardım. Evimize gelir bizde ona giderdik.

Büyükle büyük, küçükle küçüktü. Ne kibir vardı, ne de enaniyet. Akşamleyin mahallelinin bir araya geldiği baranalara katılır, onlarla hemhal olurdu. Karasınır'la ilgili yazdığı: "Karasınır'ı dolan da gör bey/Ondaki her şey boldur ha boldur" şiiri herkesin dilindeydi.  Öğrencisi olarak bizim ezberimizdeydi. Gittiğim her yerde haydi bir oku derler, ben de seve seve okurdum. Bir bayram dolayısıyla okumamı istediği Arif Nihat Asya'nın: 
"Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek" şiirini ezberden okuyarak dünyalar benim olmuştu.


Öğretmenimle birlikte
İlk defa geçen yıl  telefon numarasını bularak sesini duymuştum. Adımı söyledim, tanıdınız mı dedim. "Sarı ramazan mı" dedi hemen. En kısa zamanda ziyaretinize geleceğimi söyledim. Bir kaç defa niyetlendim, nasip olmadı. Geçen cuma bir vesileyle yolum Karaman'a düştü. Akşam namazından sonra kendisini telefonla aradım, evini tarif etti. Bir kaç arkadaşla beraber evinde ziyaret ettim. Oğlu Ali Haydar ile birlikte misafir etti bizi. 
Öğretmenimle oğlu

Elini öptüm. Telefonla haberleşip buluşmasaydık onun beni, benim de onu tanımam mümkün değildi. Çünkü ne o bendeki sarı saçlar kalmıştı, ne de onun küçüklüğümdeki siması. Yaşını sordum 69 yaşındayım dedi. Çocukluğumda gördüğüm sinek kaydı tıraşının yerini bembeyaz sakalları almıştı. Öğrencisi iken kendisinin okuyup bizim dinlediğimiz hikayenin kahramanı 'Hayri Dede' gibi göründü bana. O da tıpkı hocamız gibi nur yüzlü, piri fani birisi idi. Telefonda sorduğu  soruları tekrar sormadı. Çünkü fiziken ve ruhen kendindeydi. Sağlam bir hafıza ve iradeye sahip olduğunu gördüm. Çocukluğumda kendisinde gördüğüm azim ve gayretinden hiçbir şey kaybetmemişti. "Size şiir okuyayım mı" dedi bize. Lütfen dedik. Biri 80 öncesi anarşi ortamını anlatan şiir olmak üzere kendi yazdığı iki şiiri kendi sesinden dinledim. Nerede bir müsvedde kağıt bulmuşsa onun arkasını değerlendirip şiir yazmaya devam etmiş. Eliyle yazdığını gelir gazeteden biri alır gider, yayıma verirmiş. 600 kadar şiiri olmuş. Yakında kitabı çıkacakmış.

Hocamın içten teklif ettiği yemek teklifini tok olmamız hasebiyle kabul etmedik. Kısa süre içerisinde eşinin sardığı lahana dolması önümüze geldi, çayla birlikte. Görmeye doyum olmazdı. Yolcu yolunda gerekti. Vedalaşıp ayrıldık. 

43 yıl sonrasında öğretmenimle buluşmam beni fazlasıyla mesrur etmiştir. Ben kendisinden memnundum. Allah kendisinden razı olsun. Öğretmenime sağlıklı, bereketli, uzun ömürler versin. 
Ahmet GÜNEŞ- Mustafa BÜYÜKADEM-
Mustafa KAÇAR, Hocam ve ben


Ziyaretimi gerçekleştirmeme sebep olan ortaokul ve lise arkadaşlarım Ahmet Güneş, Mustafa Kaçar ve Mustafa Büyükadem'e de teşekkür ediyorum. 27.02.2017







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde