Ana içeriğe atla

"Bunca yıl boşuna mı okudum? Emeğime yazık!

Başka ülkeleri bilmem ama bizde kamuda bir iş bulmak, masa başında çalışmak, 08.00-17.00 mesaisine tabi olmak, bedenen çalışmamak, sosyal güvence ve geçimimizi sağlayacak bir ekmek kapısı bulmak için okunur. Milyonlar üniversite kapısında ter döker her yıl. Olmadı mı bir daha denenir, bir daha denenir. Üniversiteyi bitirip iş bulunca hedefimize ulaşmış oluruz. Okuma işi de biter. Çünkü amaç hasıl olmuştur.

Hepimizin hayalidir bir bordro mahkumu olmak. Aslında devlette çalışmayı istemek; ben ne uzayacağım, ne de kısalacağım. Kendimi de geliştirmeyeceğim, bir şey üretmeyeceğim, ayağımı maaşıma göre uzatıp gül gibi geçineceğim demektir. Okuyup da devlette görev almayanların sayısı çok azdır. Görev alıp da istifa edenlerin oranı da aynı şekildedir. 

Amaç; okuyup iş-güç sahibi olmak olunca okuma bizde ahlakımıza da yansımıyor. Çünkü okulu kültürlü olalım, okumanın en iyisini yapalım, öğrenelim diye bir derdimiz olmayınca okumadan beklenen davranışlar da ortaya çıkmıyor. Çalışıp memlekete ve insanlığa faydalı olalım diye bir düşüncemiz de olmaz. Varsa yoksa kendi rahatımız, terlemeden akşamı yapmak.

Okumayı seçip başarılı olanların çoğu da alt ve orta gelire sahip ailelerin çocuklarıdır. Ailesinin durumu iyi olanların çocuklarının pek okumada gözü olmaz. Ailenin serveti ona yeter de artar bile. Az sayıda okuyan maddi imkanları iyi olan çocuklar da ailesi tarafından özel okullarda okutulduktan sonra aile şirketinin başına geçirilir. 

Dar ve orta gelire sahip ailelerin çocukları okuyup da görev almayınca veya alamayınca bir başka alana da kayıp iş yapma yoluna gitmiyor. Çünkü kendisinde ve ailesinde: "Bunca emeğim var, ben bunca yılı boşu boşuna mı okudum, mesleğimle ilgili çalışmak istiyorum" düşüncesi hakimdir. Kendileri böyle bir psikolojiye sahip olmasa bile etrafından bazı işgüzarlar: "Sen o kadar yılı bu işi yapmak için mi okudun, bu yaptığın işi diploma sahibi olmadan da yapabilirdin" diyerek ajite etmeye devam ederler.

Dar ve orta seviyedeki gelir grubunun çocuklarının okumayı seçmesi, zengin ailelerinin çocuklarının okumada gözü olmamasını değerlendirdiğimiz zaman bizim ülkemizdeki okuma amacına uygundur. Doğru bir düşünce olmasa da ülkemiz insanının bilinçaltını ifade etmektedir.

Ne yapıp ne edip iş bulma gayesiyle okumaya bir son vermek gerekiyor. Okunacaksa eğer mutlaka bir katma değer üretmek, aldığımızdan daha fazla vermek hedefimiz olmalı. İnsanlık tarihinde icat yapan mucitler olarak ismimizi duyurmamız lazım. Çok bilgim yok ama dünya tarihinde bordro mahkumu olup da yeni bir icat ortaya koyan var mı? Hep merak etmişimdir. Olacağını sanmıyorum. Varsa da bu şekil üretici kafanın sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Okunacaksa İmamı Azam Ebu Hanife gibi olmalıdır bizim okumamız. Okuyup kendisini ispatladıktan sonra devlette görev almayan ender kişilerden biridir. Çünkü kendi işini yapmıştır. Hiçbir devlet adamına eyvallah dememiştir. Görev alması için kendisine yapılan baskılara da boyun eğmemiştir. Hem talebe yetiştirmiş, hem ticaretini yapmış. Kazancını da yeri geldiği zaman ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştır. Asırlar geçmiş olmasına rağmen büyüklüğünden hiçbir şey kaybetmemiş, ticaretinden ziyade fıkıh alanındaki yaptığı hizmetlerle anılır olmaya devam etmiştir. Verdiği fetvalarda kimsenin etkisi altında kalmadan inandığı doğruları savunmuştur. Belki de büyüklüğü onun serbest çalışmasındadır. Çünkü şöyle karar verirsem ekmeğim kesilir, baskı görürüm endişesi taşımamıştır.

Okumayıp cahil kalalım iddiasında değilim. Zenginimiz de okusun, fakirimiz de. Okumanın en iyisini, en mükemmelini yapalım.  Hangi gaye ile okursak okuyalım Ebu Hanife'nin okumasını örnek alalım. Sadece sınıf geçmek, iş bulmak gayesi olmasın. Ekonomik özgürlüğünü elde edemeyenler birilerinin mahkumu olurlar, bir şey de üretemezler. Unutmayalım ki rızkın onda dokuzu ticarettedir. Okumayı seçince ticareti, ticareti seçince okumayı ihmal etmeyelim. 19/02/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde