Ana içeriğe atla

Bazılarımız işitme-engelli olsaydı ne iyi olurdu!

Türkiye gibi gruplaşmanın bol olduğu, ön yargının hakim olduğu, düşünce-fikir ve vicdan hürriyetinin olmadığı, görüş bildirenlere belden aşağı vurularak konuşup konuşacağına pişman edildiği, prensiplerin değil kişilerin konu edinildiği, gücü eline geçirenin muhaliflerine tokmak vurduğu, başarı gösteremeyip hep muhalif kalanların kendini anlatma yerine saldırıya geçtiği, farklı görüşün dışlandığı, insanın iliklerine kadar baskı hissettiği  ülkelerde acaba dilsiz olmak daha mı iyi olurdu diye düşünmeden edemiyor insan.

Dilsiz olunca zaten duyamıyorsun da. Kimin ne dediğini işitmiyorsun. Kimse senin görüşünü de sormaz. Yapılan kayıkçı kavgalarından haberin olmaz. Ne üzülür, ne de üzersin. Gül gibi geçinir gidersin. Ülkeyi düzeltme, yanlış yolda gidenleri yola getirme gibi bir derdin de olmaz. Kendi halinde hayat mücadelesi verir gidersin.

Birbirimize karşı hazımsız, tahammülsüz ve hasmane tavırları göre göre bir gün gelip işitme-engelli olanlara gıpta edeceğim hiç aklıma gelmezdi. Beş duyu organlarımızdan kulak ve dil gibi iki önemli organımızın çözüme katkı olacağı yerde bir gün sorun haline gelebileceğini hiç hesaba katmamıştım. Hatta acırdım bu şekil engele sahip olanlara. Halbuki acınası bir halde olan kulak ve dile sahip olanlarmış da farkına varamamışım.

Lal olsaydık hiç olmazsa Yunus'un dediği gibi: "Dövene elsiz gerek/Sövene dilsiz gerek" derdik. Dünyaya nizamat vermek için başkasına had bildirmeye kalkmaz, haddimizi bilirdik. Engelli olsaydık öbür dünyada hesabımız da  ona göre olurdu. Birbirimizin dedikodusunu yapmaz, iftira atmazdık. Kul hakkımız da olmazdı. 

Sahi, duyma ve konuşma fonksiyonu olmadığı için engelli sayılan işitme-engelliler mi özürlü, yoksa işitme ve konuşma özelliği olup da amacı dışında kullanan bizler mi? 

Allah'ın verdiği bu iki nimeti yerinde kullananlara ne mutlu! 19.02.2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde