Ana içeriğe atla

Kimi, kimseye muhtaç etmesin!



Bu dünya bizim için imtihan dünyasıdır. Ebedi alemin azığını hazırlıyoruz burada. Yapılan iyilikler kişiyi Cennet'e, kötülükler de Cehennem'e götürecek. Kimse de bir başkasının yükünü çekmeyecek öbür dünyada.

Yatsı namazını kıldıktan sonra okuduğumuz Bakara Süresi son iki ayetin ikincisinde  Rabbimize: "Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme" diye dua ederiz. Allah insana gücünün üzerinde bir yükler mi? Yüklemez. Çünkü aynı ayetin başında "Allah kimseye gücünün üzerinde yük yüklemez" buyurulmaktadır.

Herkesin imtihanı farklı farklıdır şu fani dünyada. Kimini babayla, kimini evlat ile, kimini fakirlik, kimini de servetle... imtihan eder. Önümüze çıkan her türlü imkan, dert ve sıkıntı da aslında imtihanın bir parçasıdır. Çünkü kimse başıboş yaratılmamıştır. Kiminin ki ağır, kiminin ki hafif. Çünkü herkese ancak taşıyabileceği kadar yük verilmektedir. Bu da adaletin bir gereğidir. Dünya meşgalesi bize bir çok değerlerimizi unuttursa da ebedi alemden kaçış yoktur. Bakmayın siz ahirete inanmıyor gibi yaşadığımıza.

Yan tarafta gördüğümüz ibretlik mezar taşı fotoğrafını Pusulahaber'de Uğur ÖZTEKE paylaşmış. Yazısının adını da "Gıcık bir pazar yazısı" olarak koymuş. Ne denir bu fotoğrafa. Söylenecek çok bir şey yok. Babanın çocuklarıyla imtihanı göze çarpmaktadır. Anladığım kadarıyla dünyada devam eden bu imtihan öldükten sonra da devam etsin istenmiş, acılı baba mezar taşıyla ebedileştirmiştir incinmişliğini. Öyle zannediyorum baba ölmeden önce mezar taşına bu şekilde yazılmasını birilerine vasiyet etmiş olmalı. Yoksa öldükten sonra kendi mezar taşını yazdırıp dikecek değil. Mevta nasıl biriydi, evlatları ise şu anda ne alemdeler, ne durumdalar bilinmez. Ama bildiğim bir şey var Tirmizi'de geçen bir hadisi şerife göre: "Üç kişinin duası geri çevrilmez. Allah katında makbul olur. Babanın (evladına) duası, misafirin duası. mazlumun duası" şeklinde. Baba ile evlatları arasındaki husumet, anlaşmazlık nedir, kim suçludur. Burası meçhuldür. Ne taşa bu şekilde yazdıran babayı, ne de babanın bedduasına maruz kalan evlatları ayıplayacak, kınayacak değilim. Allah kimseyi bu şekil bir imtihanla karşılaştırmasın.

Birkaç yıl öncesinde karşılaştığım yaşlı bir amca ile aramda geçen konuşmayı yazıya dökerek daha önce gazetemizde/blogumda paylaşmıştım. (http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/03/bir-huzurevi-sakini-ile-sohbet.html) 85 başında yaşlı bir amcanın 6 çocuktan sonra soluğu huzurevinde aldığını öğrenmiştim kendisinden. Günümüzde çoluğu çocuğu tarafından bakılmadığı için yolu huzurevlerine düşenleri duyuyoruz da böylesine ilk defa rastladım. Demek ki babanın canına tak ettirmiş evlatları.

Allah hiç kimseye gücünün üzerinde bir yük vermesin. Kimi, kimseye muhtaç etmesin. Herkese İsra 24. ayette dendiği gibi  «Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!» diyecek hayırlı evlatlar nasip etsin. Güya onlara "Öff bile" demeyecektik. Öften geçtik, bari beddualarını almasak...19/02/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim derdi. Borcun günü geldiğinde gerekirse b

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder