Ana içeriğe atla

Başörtüsü dün sorundu, bugün de sorun *

Bir zamanlar hükümet kuran ve hükümet yıkan, Türkiye gündemini belirleyen, çoğu zaman tetikçilik yapan, ülkenin değerlerine yabancı baskılarıyla okuyucuların karşısına çıkan ‘Kartel medyası’ diye ün yapmış  ve Türk basınının ‘Amiral gemisi’ olarak  bilinen  gazete, 10/02/2008 tarihli nüshasında “411 el kaosa kalktı” manşetiyle çıkmıştı. Aklı sıra aba altından sopa göstermişti.

Kaos olarak gösterilen durum ise kız öğrencilerin üniversitelerde başörtüsü nedeniyle eğitim ve öğretim görememelerini çözmek amacıyla iktidar ve muhalefetin bir araya gelerek anayasanın 42.maddesindeki “Kimse, eğitim ve öğretim haklarından yoksun bırakılamaz.” Cümlesine  üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir kısmı ilave edilerek yapılan anayasa değişikliğine 550 milletvekilinden 411 kişi el kaldırmıştı. Hatta bu değişiklik nedeniyle iktidar partisine "laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle 14/04/2008 tarihinde kapatma davası açılmış, parti; 6’ya 5  oy çokluğuyla kapatılmış olmasına rağmen nitelikli çoğunluk olmadığı için iktidar partisi ipten dönmüştü.

İdam sehpasından son anda kurtulan hükümet bu konuyu  zaman içerisinde çözmek gayesiyle buzdolabına kaldırdı. Başörtüsü yasağına delil gösterilen anayasa, kanun ve anayasanın gerekçeli kararları aynı durduğu halde birkaç yıl önce hükümet, "Kılık-Kıyafet Yönetmeliğinde" değişiklik yapmak suretiyle askeriye-emniyet-adliye hariç diğer kamuda çalışanlarda ve okullarda başörtüsünü serbest bıraktı. Çalışanlar işlerine, öğrenciler de okullarına türbanlarıyla girmeye başladılar. Bu kararın toplumda yansıması olumlu oldu. Herkes özümsedi. Başını açanla-kapatan arasında bir gerginlik meydana gelmedi. Laiklik de bir yere gitmedi, aynı yerinde duruyor. Başörtüsünün yasak olduğu en son yer askeriye kalmıştı. Onu da Milli Savunma Bakanı, 22/02/2017 tarihli açıklamasıyla kaldırmış oldu. Hükümetin kararlılığı, mahkemelerin görüş değiştirmesi, müzmin muhalif partinin ortamı germemesi bu konuda özgürlük ortamının oluşmasına olumlu katkı sağlamıştır. Sebep olanlardan Allah razı olsun. Türkiye'de normalleşmenin başladığına, taşların yerli yerine oturduğuna işarettir bu.

Başörtüsü deyip de geçmeyelim. Kaç tane parti kapatıldı uğruna. Birçok kişi siyasi yasaklı oldu. Nice kızlarımız bundan dolayı okuyamadı, okumakta olanlar ise eğitimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Kimi  peruk takmak suretiyle yoluna devam etti. Kimi de akıl hocalarının verdiği ‘furuattır’ fetvası gereğince başlarını açmak zorunda kaldı. Nice okul birincileri, plaketlerini almak için kürsülere çıkarılmamış ve onlara konuşma hakkı verilmemişti. Meclise giren başörtülü vekile karşı ülkenin başbakanı: "Bu kadına haddini bildirin" diyerek savaş bile açmıştı. 

Başörtüsü yasağı uydurulmuş bir yasaktı. Bir dönemin zihniyetini gösteriyordu. Şükürler olsun! O zihniyetin cenazesi kılındı, bir daha da dirilmez artık… Başörtüsü sorunu bir daha geri dönmemek üzere çözüldü çözülmesine de, şimdi ortada bir başka sorun var. Bu sorun nasıl çözülecek? Başörtüsünün çözülmesinden daha zor bir durumla karşı karşıyayız. İçime bastırdığım bu sıkıntı ve derde Hayrettin Karaman 04/12/2016 tarihli Yenişafak'taki köşesinde "Başımızı örttük mü" başlıklı yazısında şöyle işaret etmişti:

"Başlarını bir şekilde örten, oradan aşağıya doğru bakıldığında şeffaf kumaşlar, dar elbiseler, “başım örtük ama sen yüzüme bak” dercesine boyanmış yüzler ve gözler, davranışlardaki hafiflikler, zorunlu olmayan birliktelikler, olmayacak yerlerde bulunmalar, hatta “aşka gelip” oynamalar, parklarda bahçelerde el ele, baş başa, sarmaş dolaş oturmalar ve gezmeler, sağa sola sigara dumanını üfleyerek yakışıksız görüntüler sunmalar… göz önüne alındığında karşımıza “kısmen örtülü çıplaklar”ın çıktığını üzülerek ve ibretle görüyoruz…Birçok kimsenin tepkisine sebep olmayı göze alarak şunu söyleyeceğim: Edep, ahlak, nezaket ve zarafet olmayacaksa ne sakalınız olsun ne de başörtünüz!”

Şimdiki derdimiz bu maalesef. Fazla söze ne hacet! Sayın Karaman bu durumu nezih bir şekilde ifade etmiş. Şimdi düşünelim, biz bu meseleyi nasıl çözeceğiz? Ben de böylelerini görünce “Keşke bu kızımızın başı, örtülü olmasaydı…” diyorum. İnşallah özentidir, çabuk geçer. Zira Hz Ömer: “İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlar.” der. Allah samimiyetten ayırmasın. Bir moda rüzgarına kapılan bu tip kızlarımıza feraset ve basiret versin. Başörtüsü takan bu kızlarımızın inşallah bir gün kendilerini bulacaklarına inanmak istiyorum. 22/02/2017

* 25/02/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim derdi. Borcun günü geldiğinde gerekirse b

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder