Ana içeriğe atla

Yönetici atama kriterlerimiz niçin değişti?

Son günlerde tartışmanın  fitili, MEB'de idareciler nasıl atanır konusu. Milat gazetesinde Seyit Mehmet DENİZ isimli yazarın "Milli Eğitim Bakanlığında idareciler nasıl atanır" başlıklı  yazısı ile birlikte yeniden alevlendi. Öncelikle yazar tespitlerinde yerden göğe kadar haklıdır. Yazısına imzamı atarım.

Yazıyı görünce içi dolu olanlar hemen atışlara başladı. Eleştirilerinde haklılar da. Ben de son yıllardaki yönetici atama, kamuya eleman alma vb atamaları hep eleştirdim. Hala da eleştirmeye devam ediyorum. Süreç geçti gitti, hala da liyakat ölçüsüne göre bir sistem maalesef getirilemedi. Amacım kimsenin avukatlığını yapmak değil. Fakat bu hatalar niçin yapıldı, bu sürece nasıl gelindi? Bunu irdelemek lazım.

Bu sürece 17-25 Aralık süreci ile birlikte start verildi. İçimizde 40 yıl boyunca görünen yüzlerinden ziyade gizli bir örgütlenme ile devletin her kademesine kök salmış bir yapı sebep oldu. Maalesef geçmişten günümüze bu yapıya teşne olan, görmeyen, görmezden gelen devlet bürokrasisinin ve siyasetin ceremesini çekiyoruz. Paralel yapı diye isimlendirilen cemaat görünümlü 'Hizmet Hareketi'nin ne kadar tehlikeli olduğunu 15 Temmuz itibariyle canlı yayında izledik. Çoğumuz da canını vererek bedel ödemiştir. Bu hareket Cumhurbaşkanlığı yaverliğine kadar yükselmiş, Rus Büyükelçisini öldürerek devletin itibarını zedelemeye çalışmıştır. Türkiye hala da mücadele etmeye çalışıyor.

Bu sinsi, takiyyeci ve ihanet şebekesinden kurtulmak için devlet yeni bir strateji geliştirdi. Çünkü kendisine giden rapora göre bu örgüt en çok MEB'de kadrolaşmış, okulların müdür ve yardımcısına varıncaya kadar örgütlenmiş, okullardaki öğretmenleri vasıtasıyla dershanelerine öğrenci kazandırmaya devam etmiş olarak görüldü. Kavganın fitilinin dershaneleri kapatma adımıyla başladığı dikkate alınırsa bunda da devletin haksız olmadığı görülecektir. Devlet 657'ye göre asli görev sayılmayan müdür ve yardımcı kadrolarında 4 yılını dolduranların görev süresini sona erdirerek başladı işe. Öncelikle çalışamayacağı il ve ilçe müdürlerini kızağa çekti. Yerine yeterli veya değil, güvendiği ve dediğini yapacak adamlarını atadı. Bunlar sayesinde kılı kırk yararcasına bir temizlik hareketine girişti. Kanun çıkaranın niyeti olmamasına rağmen taşradaki mal bulmuş mağribilerin eline bir fırsat geçti. Herkesi budadı. Yerine çıkarılan sözlü mülakatlar ile istediğini aldı ve atadı. Bu süreçte kendisini anlatamayan, ön plana çıkamayan, arkası olmayan herkes darbe yedi. Çünkü toptancı davranıldı. Acaba hata yapabilir miyim diyerek en ufak bir şüphe ile insanların ipi çekildi. Masum ve suçlu bundan nasibini aldı. Bu süreçte FETÖ ile mücadele etmek esas iken taşradaki kraldan daha fazla kralcıların dedikodu kültürüyle insanlara bir kulp takması esas sorun olarak görünmelidir. FETÖ yapılanmasının sinsi, takiyeci, kendisini gizleyen bir yapı olarak lanse edilmesiyle birlikte herkese, her şeye şüphe ile bakılmasını da normal görmek lazımdır.

Aslında birileri devleti bu konuda yanıltmıştır. Bu yapının sempatizan ve militanlarının MEB'de yuvalandığı doğru olmakla beraber bu yapının en az tehlikelileri olarak öğretmen camiası görülmeliydi. Buradakiler devlete en az zarar veren kesimdir. Fakat yukarıdan başlaması gerekirken budamaya aşağıdan başlanmıştır. Devlet burada savunma refleksiyle neredeyse eskiye dair her şeyi çiğnedi geçti. Hiçbir kriter belirlemeden, ehil mi değil mi değerlendirmeden sadece kendi dediklerini yapacak, kelle alacak, kendisine sadakat gösterecek kişilerle yola devam etme kararı aldı. Bu süreçte görev alanların içerisinde  ehilleri de olmasına rağmen geliş şekli itibariyle hepsi zan altında kaldılar. Kendilerini ifade edemediler. Çoğu insanı yaraladılar, küstürdüler. Bu süreçte üst yöneticilik görevine genelde ilahiyat mezunları getirildi. Belki bir makam elde ettiler ama hem kendileri hem de branş itibariyle yıprandılar.

Bu süreci hepimiz yaşadık, hala da yaşamaya devam ediyoruz. Çok da detaylı anlatmaya gerek yok. Tamam bu süreci eleştirelim eleştirmesine de. Sahi siz olsanız ne yapardınız? Size her bir taraftan saldırıya geçmiş bir yapıdan kurtulmak için önceliğiniz elediklerinizin yerine ehil olanları mı seçersiniz, yoksa sadakat sahibi olanları mı seçerdiniz? Öyle zannediyorum kendinize bağlı olacak kişilerle yola devam etme kararı alırdınız. Bu süreci eleştirirken yapının ne kadar tehlikeli ve sinsi olduğunu göz ardı etmeyelim. Orta yerde bir yaralı var. Ölümle burun buruna. Ehil doktor aramazsınız. İlk müdahaleyi yapacak bir doktor bulursunuz. Burada da böyle bir yöntem uygulandığını düşünüyorum.

Bu açıklamaları yaparken hükümeti savunduğum, yapılanları doğru gördüğüm anlaşılmasın, bu adamın tuzu kuru diye düşünülmesin. Bilmenizi isterim ki bu süreçte mağdur olanlardan birisiyim. Sadece yapılanları anlamaya çalışıyorum. Ayrıca devletin bu icraatını eleştirirken her görüşteki insanın partisinin geçmişte neler yaptığını göz önüne getirirsek bu konuda hiçbirimizin çok da masum olmadığını görürüz. Eleştirelim ama insafı elden bırakmadan. İlk eleştiren de en temizimiz olsun.

Devletin tüm kurumlarıyla normal bir şekilde işleyişine döndüğü zaman yapılacak ilk iş her türlü atamada ehliyet ve liyakatın ön planda tutulması gerektiğini düşünenlerdenim. Yapılması gereken ilk icraat da haksız yere alınıp itibar kaybedenlere hakkını vermek, iadeyi itibar yapmaktır.

Ben süreci -yanlış olmasına rağmen- böyle okuyorum. Süreci bu şekilde anlamaya çalışırken biliyorum hem süreci savunanlardan, hem de eleştirenlerden tenkit alacağım.  Yani ne İsa'ya, ne de Musa'ya yaranacağım. Bu da benim mesleğim. Allah kimseyi makamla imtihan etmesin. Emaneti ehline verenlere ve görevini layıkıyla yapanlara ne mutlu! Selam olsun onlara... 24/01/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde