Ana içeriğe atla

Okullarda verilen notlar ne derece gerçeği yansıtıyor? -2-

Milli Eğitimde not vermede objektif kriterlere uygun bir ölçme ve değerlendirme yapılıyor mu, yapılmıyor mu? Başımdan geçen bazı anekdotları sizinle paylaşmak istiyorum bu kısımda:

Orta birinci sınıf Sosyal Bilgiler dersinde öğretmenimiz sözlü yapmak için ismimi okudu. Ayağa kalktım. "Adana'da ne yetişir?" dedi. Ben ağzımı açarken daha cevap vermeden kendisi "Pamuk" cevabı verdi. "Otur hocam, 9" dedi. (9, onluk sisteme göredir.)
***
Fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi derslere öğrencilik hayatımda hep soğuk baktım. Hani insan sevmediği yemeği ölmeyecek kadar yer ya. benim ki de öyle. Bu derslere sınıf geçecek kadar çalışırdım. Biraz çalışınca matematiği severdim. Ama diğerlerine hiç kanım kaynamadı. Sebebine gelince orta birde fen bilgisi ve lise birde fizik dersime K.Ş. isimli bir müteahhit gelirdi. Onun dersinde Samet isimli arkadaşımız tahtaya geçer, kitaptaki bir resmi çizerdi. Müteahhit öğretmenimiz ise kafasında bin bir tilki hapishanedeki mahkumların koridorda volta atmaları gibi bizimki de sınıfta dolaşırdı sayısız defa. Dersin son beş dakikasına kala tahtaya çizilen resmin yanına gelir: "Çocuklar! Şu gördüğünüz buzdolabı resmi, dolabın çalışması için şu prize takılması gerekir..." derdi zil çalardı. Çıkar giderdi. "Anlamayoruyuz(arkadaşımızın konuşması bu şekilde idi. Okul bitti hiç değiştirmedi. Ne okul ona bir şey verdi, ne de o, okuldan bir şey aldı) hocam" diyen öğrencilere "Kendi adınıza konuşun, anlamıyorsanız 30 defa okuyun" derdi. Sayısal dersleri gördükçe hep o müteahhit öğretmenim gözümün önüne gelir, bu derslere sınıf geçecek kadar çalışırdım. Ne dersten ne de bu derslere çalışmaktan zevk alırdım.

Lise üçüncü sınıfta Biyoloji dersinden ilk sınavda boş kağıt verdim. Notum 1 idi. İkinci ve üçüncü sınavlarda onluk sisteme göre o zamanın deyimiyle beş aldım, yani hacı beş. Birinci dönem biyolojim 3,5 yani zayıf düşüyor. Memlekete gittim karneyi almadan. Bir arkadaşım tatilde Konya'ya gidiyormuş, karneni alıp geleyim, zayıfın var mı dedi. Biyoloji var dedim. Dönüşte ne yalan söylüyorsun, zayıfın yok üstelik takdir belgen var dedi. Karneme baktım. Evet zayıfım yoktu. Biyoloji notu olmak üzere tekrar göz gezdirdim. Biyoloji notum 5 idi, şimdinin notuyla iki yani. Sevindim, öğretmen bana güvenmiş ve kanaat kullanmış diye. Üzüldüm hak etmediğim halde bana fazladan not vermiş diye.

Ara tatilden sonra ders başı yaptık. Biyoloji öğretmeni sınıfa geldi: "Takdir alan var mı bu sınıfta" diye sordu. Utana sıkıla kaldırdım, başka da yoktu. Parmağımı görünce kafa salladı. Kafa sallaması ne anlama geliyordu bilmiyorum ama ya "Benim sayemde aldın bu belgeyi" dedi. Ya da "Sana hakkın olmadığı halde geçer not verdim, kıymetini bil" demek istedi. O anda kendi kendime ikinci dönem bu sınıfta biyolojiden en yüksek not benim olmalı dedim. Hiç sevmediğim, çalışmaktan haz almadığım ve anlamadığım bu ders ikinci dönem sınıfta en yüksek yedi idi. O da bana ait idi. 
-Devam edecek-


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde