Ana içeriğe atla

Okullarda verilen notlar ne derece gerçeği yansıtıyor? -4-

Oğlum lise birinci sınıfı takdirle geçti. ikinci sınıf için alan seçimi yapacağız. Bizim mahdum fen bilimleri alanını seçmeye kara vermişti. Kendisine sayısal alanı yapamayacağını, kendisi için en uygun alanın sözel olabileceğini söyledim. Yine de kendi okulumdaki rehber öğretmenlere akademik benlik testi uygulattım. Her ikisinde de sayısal/fen bilimleri alanı çıktı. Çocuğum da sayısal alanı kafasına koymuştu. Ben de itiraz etmedim.

Alan seçimi için okulundaki sınıf öğretmeninin yanına vardık. Selam-kelamdan sonra: "Hocam, çocuğumuz fen alanını seçecek, çünkü FKB dersleri ve matematiği beş. Acaba bu öğretmenleriniz fazla not vermiş olabilir mi" dedim. Öğretmen: "Güzel bir tespit, beyefendi, siz bunu bir de okulun müdür yardımcısına sorun" dedi. Yardımcıya gittik: "Hocam, ne fazla not vermesi, biz iki yüz öğrenciden 120 tanesini eledik. Bunlar kalbur üstü öğrencilerdir. Fazla not falan vermedik. Çocuğunuz bileğinin hakkıyla aldı" dedi. Biz döndük dolaştık. Sınıf öğretmeninin yanına tekrar vardık. Fen Bilimleri alanını seçtik.

2003-2004 öğretim yılına çocuğumuz fen alanı ile başladı. Birinci sınavlar sonrasında yapılan veli toplantısına katıldım. Elime aldığım ara karne pek iç açıcı değildi. 70 olan psikoloji dışında ikinci en yüksek notu Din kültüründen. O da 45 idi. Altında her puandan ders var idi. İçlerinde geçen yılın beş düşen dersleri dahil. Görünen kök kılavuz istemez. Ama bizim çocuk bu notlarıyla: "Ben okumak istemiyorum, beni alın okuldan" diyordu. 70 olan psikoloji notunda bir sorun vardı. Zira bizim çocuk not almamak için epey uğraşmış anlaşılan. Devamsızlığı da fena değildi. 2 ay içerisinde 10.5 gün de devamsızlık yapmıştı.

Bu durumda öğretmenleri de tek tek gezmeye gerek yoktu. Ama geldik bir kere. O değilden dolaştım. "Hocam, şu psikoloji notunda bir sorun var, sizde durumu zayıf ne dersiniz" dediğimde önce yüzüme baktılar, sonra "Beyefendi, ilk defa böyle bir veli ile karşılaşıyoruz. Dersi zayıf olan veliler genelde hep bizi suçlar da" dediler. Ardından çocuğumuzun derse çalışmadığını ifade ettiler. Sıra geldi geçen yıl matematik dersine giren öğretmene. Zira o da bu yıl geometri dersine giriyordu. "Hoca hanım, sizde nasıl bizim oğlan" dedim. "Çocuğunuz yanlış alan seçti, bu alanı kaldıramadı" dedi. İyi de hocam, bu çocuğun geçen yıl sizdeki notu 5 idi dediğimde "Ben geçen yıl  fazla not verdim" deyince, "Hoca hanım, ben sizden not mu istedim de fazla not verdiniz. Siz fazla not verdiğiniz için biz bugün yanlış yerdeyiz" dedim ayrıldım.

Eve gelince bir nabız yokladım. Bizim çocuk okulu bırakma niyetinde idi. O yıl dükkan açan dayısının yanında çalışmaya göz kırpıyordu. Dersim ne kadar zayıf olursa beni okuldan alırlar, ben de dükkanda çalışır, meslek öğrenirim düşüncesinde olduğunu sezdim. Bu işe başladık, liseyi bitireceğiz, önümüzdeki yıl alanını değiştirelim" dedim. Tamam dedi, anlaştık. Önümüzdeki yıl TM alanını seçerek yolumuza devam ettik. İstemeyerek de olsa liseyi bitirdi.

Lise bitince dayısının yanında çalışmaya başladı. Askerlik çağı geldi, askere gitti. Tezkeresine az bir zaman kala KPSS'ye müracaat ettim onun adına. Geldi iki ay boyunca kampa girdi. Aldığı yüksek puanla bir kaç ay içinde ataması yapıldı, kamuda memur olarak işe başladı. Askerlikten sonra üniversiteyi bitirdi.

Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Niyetim kendimin ve ailemin hayat hikayesini anlatmak değil. Yanlış alan seçmemizin temelinde objektif not vermemenin yattığını izah etmeye çalışıyorum. Öğretmenin verdiği fazladan not, çocuğumuzu ve bizi yanlış alana sürüklemiş, okuldan ve derslerden soğumamıza sebebiyet vermiştir.

Şu anda alan seçimi kalktı, onun yerine seçmeli dersler vasıtasıyla alana kaynaklık eden dersler seçilebiliyor. Lisede çalıştığım yıllarda gördüğüm bir husus var. Üniversitede gidilebilecek tıp, mühendislik gibi cazip bölümler  sayısal alandan öğrenci aldığı için öğrenci sayısal zeka olmasa da velisinin yönlendirmesiyle sayısal alanı seçiyor. Çocuk, içine sinmese de zoraki de olsa sınıf geçiyor ama beklenen başarı bir türlü gelmiyor. 24/01/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde