Ana içeriğe atla

Kim hata yapmaz?

-Kardeş, sana bir sorum olacak?
-Buyur sor!
-Sana göre dünyada iyi bir insan var mı?
-Niye sordun?
-Gördüğüm kadarıyla gördüğün, duyduğun, bilgi sahibi olduğun ya da olmadığın her konuda herkesi bir çırpıda yaramaz diye silip atıyorsun da...
-Ama yanlış yapıyorlar. Ben ne yapabilirim ki?
-Soruma cevap alamadım. Gerçekten sana göre dünyada iyi insan var mı, senden başka?
-Ne alaka?
-Çünkü orta yerde kimseyi bırakmadın. Kimin bir konuda adı geçse bugünkü fikri doğru bile olsa sen hemen geçmiş defterleri karıştırarak adama bir âmâ takıyorsun. Herkesi eleştirdiğine göre sende mutlaka bunlarda olmayan benim göremediğim cevherler olmalı. Sonra bugüne kadar bir konuda senden eme yarar bir görüş görmedim. Yaptığın tek şey konuşulanlara ve yapılanlara eleştiri getirmen. Madem bu kadar kabiliyetli ve yeteneklisin. O zaman ne diye buralarda oyalanıp duruyorsun? Kendini heba ediyorsun.
-Biraz abartıyorsun ama...
-Hiç abartmıyorum. Seni nice zamandır tanıyorum. Bugüne kadar herhangi bir insanın yaptığı bir tasarrufta iyi yön gördüğünü hiç görmedim. Bardağın hep boş tarafına bakıyorsun. Sana göre bakan suçlu, başbakan yapamıyor, cumhurbaşkanı zaten bu işi beceremiyor. Dış politika yanlış, eğitim zaten berbat, ahlaki yozlaşma aldı başını gidiyor, falan alim zaten hep hatalı, çünkü geçmişte falan kötülerin kitabına önsöz yazmış biri...hasılı çizmediğin adam kalmadı. Ardı arkasına yaptığın eleştirilerden sonra hele bir de "Ben demiştim" demen yok mu? Dedin mi demedin mi inan bilmiyorum. Çünkü o kadar çok konuşuyorsun ki konuştuklarından akılda hiçbir şey kalmıyor. Sonunda "Ben demiştim" deyince millet, "Acaba dedi miydi? O zaman ben unutmuş olmalıyım" diyerek kendini sorguluyor. Bu durumda geriye dünyada  iyi, bir sen kaldın. Ne yazık ki bu millet senin kıymetini bilemedi. Belki öldükten sonra...
-...?
-Sahi sen, dünya yanlışlar içerisinde boğulurken bu kadar düzgün ve doğru yerde olmayı nasıl becerdin? İyi usta işin püf noktasını göstermez derler. Sanırım sende öylesin. Bari, hep doğru kalmanın biraz kopyasını versen de arkanda bir eserin olsa. Çünkü sen gittikten sonra seni takip eden kimse kalmayacak bu durumda.
-Anlamıyorsunuz ki!
-Hah işte bu kelimede gizli senin farklılığın. Hemen herkesi anlamamakla suçluyorsun. Çünkü eleştiri ile kalmıyor, ardından anlamıyorsunuz diyerek herkesi zan altında bırakıyorsun. Niye anlatamıyorum demiyorsun. Bu kadar yüksek perdeden konuşmak da neyin nesi? Seni çoğu insanın anlamaması onların suçu mu, yoksa senin anlatışından mı? Farz et ki, karşı taraf anlamadı. Anlatamadım diyerek biraz mütevazı olsan daha iyi olmaz mı?
-Nereye gelmek istiyorsun?
-Demem odur ki, dünyada senden başka iyi bir insan yok. Sadece hatasız olan sensin. Mükemmel birisin. Çok yukarılardasın. Biraz aşağıya, o hata yapan insanların içine gir, önce onları biraz dinle. Biraz değil çok dinle. Anlamaya çalış. Hep yukarılardan tepeden bakarak konuşursan değerin hiç anlaşılmayacak. Bu durumda hep muhalif olarak kalacaksın. Bilesin ki, muhalif kalanlar hiç hata yapmazlar, bir de hiçbir iş yapmayanlar... 09/01/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde