Ana içeriğe atla

Bir insan niçin canlı bomba olur?

Dünyayı yönetmek isteyenleri, dünyaya yön vermeye çalışanları, dünyada güç-kuvvet gösterisi yapanları anlarım. Çünkü onlar kendi mutlulukları ve gelecekleri için dünyayı ateşe verirler. Anlayamadığım bir husus var. Gerçekten öleceğini bile bile bir insan kendini niçin imha eder? Üstelik kendisiyle beraber nice masum insanların öleceğini bildiği halde bunu niçin yapar?

Bir çocuğu olduğu zaman bir anne ve bir baba ne kadar sevinmiştir halbuki. Emeklemesi, yürümesi, okuması, büyümesi için ne kadar da çaba sarf etmiştir. Hiçbir anne ve baba çocuğum büyüyünce terörist olsun, insanları öldürsün, canlı bomba olsun diye doğurup büyütmez. Hiçbir çocuk da ben büyüyünce canlı bomba olacağım diye büyümez. Fakat ortada bir realite var. İnsanlar gözünü kırpmadan ölüyor, öldürüyor. Dünyada var olan hiçbir canlı kendisinin hemcinsi olan insana verdiği zararı vermemiştir bugüne kadar. Yaratılışına aykırı bu duruma nasıl evriliyor insanoğlu? Anlayan varsa beri gelsin.

Yarım aklımla insan bu cinnet haline nasıl gelebiliyor. Bir defa canlı bombaların hepsi aynı düşünce yapısına sahip değil. Çeşit çeşittir. Hepsinin ortak noktası aklını kullanmamaları. Bir başkasının emrine amade olmalarıdır. Beyinleri yıkanmıştır. Asla sorgulamazlar. Hasta bir ruh yapısına sahiptirler... Bunun üzerine kafa yormaya çalışacağım:
1. Kendisine Cennet vadedilmiş olabilir: "Bu işi yaptığın zaman Cennette ben sana şefaatçi olacağım. Ki zaten bizim davamız haktır. Sen zaten şehit olacaksın."
2.Diyet ödemek zorunda kalmış olabilir: Hiçbir işi, vasfı, parası, itibarı olmayan bir kişinin elinden tutularak maddi servete boğulmuş; iş verilmiş, herhangi bir makama getirilmiştir. Her verilenin mutlaka bir bedeli vardır. Minnet ödeme zamanı gelmiştir: "Biz sana niye verdik bu kadar parayı, pulu" denilerek canlı bomba olması için ikna edilmiş olabilir.
3.Dışlanmış, horlanmış, eziyet görmüş birinin elinden tutularak değer verilmiş olabilir. Bu yapı ile aidiyet duygusu gelişmiş olabilir: "İşte bu adamlar, bu zihniyet senin fikrinin yaşamasını istemiyor, biz sizin için çalışıyoruz. Bu davanın başarıya ulaşması için bedel ödememiz gerekiyor..."
4.Öldürülme tehdidi ve sendromu yaşıyor olabilir: "Biz sana ve ailene şu ana kadar baktık. Şimdi sana iş çıktı. Eğer bu işi yapmazsan eşini, çocuğunu, seni öldürürüz..." gibi. Gözünü korkutmak için daha önce bir başkasını onun gözü önünde öldürmüş olabilirler.
5.Çoluk-çocuğuna sürekli bakılacağı garantisi verilmiş olabilir: "Eğer bu işi yaparsan çoluk-çocuğun bey gibi yaşayacak, paraya para demeyecek..." gibi.
6.Uyuşturucu veya değişik ilaçlar kullandırılarak bir kesimi, öldürülmesi gereken düşman gibi görmesi sağlanabilir: "İşte sana kötülük yapanlar, aileni yok edenler. Şimdi sen bunları öldürmezsen bunlar seni ve aileni zaten öldürecekler..." gibi.
7.Cinnet hali yaşayabilir. Sıfırı tüketmiştir. Yaşamasının bir anlamı kalmayabilir.
8.Aşırı borçlandırılmış olabilir. Ödeyemeyecek duruma geldiğinde canını ortaya koyabilir.
9.Yaptığı kötülükleri kayıt altına alınmış, basına veririz tehdit ve şantajı yapılmış olabilir.
10.Hayatta bir kesere sap olamamış, memur olmak istemiş, fakat becerememiş insanların canlı bomba olarak meşhur olmak istemesi olabilir. Eylemden sonra kim yaptı peşine takılıp iz süreriz. İsmi bulununca "Sağlığımda ismim zikredilmedi, ön plana çıkamadım. Hiç olmazsa bu şekilde adım duyulsun, günlerce hakkımda konuşsunlar"  psikolojisini taşıyor olabilir. Öyle ya reklamın kötüsü olmaz. Öyle ya da böyle... 

Bu işin uzmanı değilim. Serdettiğim görüşlerim isabetli olabilir, olmayabilir de. Bildiğim bir şey var. Adamlar canlı bomba olacak maşa bulmakta zorlanmıyorlar. Şartları, niyeti ne olursa olsun, hepsi  sanki bir kumanda ile çalışıyor. Asla “Ben cana kıyamam” diyemiyor. Sanki robot varlıklardır. Yoksa insanlık, her dediklerini yaptırabileceği robot insanlar icat etti de bizim haberimiz mi yok? Bu tipler  toplum içine çıkmayan, kendi ile kavgalı, içine kapalı kişilerdir. Asla sorgulamazlar. Çünkü her yönüyle tek taraflı beslenirler. Son olarak beslendikleri çanağa hizmet ediyorlar. 09/01/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde