Ana içeriğe atla

İçimizdeki küçük adamları tanıyalım! **

"Küçük adamlar kişilerle, orta insanlar olaylarla, büyük adamlar fikirlerle uğraşır" sözü içinde yaşadığımız toplumda insanları tasnif eden hoş bir ifade tarzıdır.

Bir kişiyi tanımak için küçük bir gözlem yapmak, onun hakkında kanaat sahibi olmamızı sağlar. Ya güldüreceksin ya da konuşturacaksın. Hele konuşunca tam puan verirsin. Çünkü "İnsan, dilinin altında gizlidir." Konuşunca kendini ele verir. Adam prensipler çerçevesinde bir eleştiri getiriyorsa rüşdünü ispatlamış, kalite bir insandır. Olayları eleştiriyorsa kalifiye eleman olma yolundadır. Eğer ki adam, olay ve prensip çerçevesinde değil de hep kişileri eleştiriyorsa bu adamın büyük adam olma gibi bir derdi yoktur. Kapasitesi yoktur anlayacağınız. İşi-gücü kişileri suçlar, egosunu böyle tatmin eder. Çünkü müthiş bir ego ve ben; akıl, vicdan, feraset ve basiretinin önüne geçer. Hayatta tek felsefesi kendini tatmindir.

Böyleleri fikirden korkar. Zira konuşacak fikri yoktur. Hep taşlar başkasını. Suç bastırırcasına sesi de yüksek çıkar. Çünkü başka malzemesi yoktur. Aynı zamanda iyi bir demagogtur. Rakibini sesiyle bastırır, onu gererek haklılığını ispata çalışır. Rakibini hatasıyla taşlar. Aslında bu tür taşlamanın muhatabını belden aşağı vurmaktan bir farkı yoktur. Olay kişiselleşti mi zaten akıllı adam susar. Onun susmasıyla egosu tavan yapan ise onu susturdum sanır.

Bu gidişle piyasada sağlam adam kalmayacak. Çünkü hep bir hareketinden dolayı insan doğruyoruz durmadan. İnsanların bir konuda doğru-yanlış bir fikir serdetme iradesi olamaz mı? İnsanlar hata yapamaz mı? Sonra bu hata kime göre hatadır? Söylenen sözde doğruluk payı olamaz mı? Madem insanlar hata yapamazlar. Peki Allah Teala, tövbe kapısını niçin açık bırakmıştır? Peygamberlerde bulunması gereken özelliklerden biri de ‘ismet’ sıfatıdır. Ne demek ismet? Peygamberlerin hata ve günahlardan korunmuş olması” demektir. Bu sıfata rağmen peygamberler hata yapmışlardır. Biz o hatalara zelle adı vermekteyiz. Hz Adem’in yasaklanan ağacın meyvesinden yemesi, Yunus Peygamberin izinsiz olarak görev yerini terk etmesi, Musa’nın (as) bir Kıptiyi öldürmesi, Hz Muhammed’in âmâya karşı tavrı, münafığın cenaze namazını kılması vb hatalar Kur’an-ı Kerim’de zikredilmektedir. Allah hata yapan peygamberleri bile çizip atmamıştır. Peygamber, hatasının farkına vardığı zaman hiç eğip bükmeden hatasından vazgeçmiştir. Allah, isyan eden İblis’e bile bir şans vermiştir.

Son zamanlarda nerede ise hatasından dolayı çizilmeyen adam kalmadı. Yazık gerçekten. Bu tip bakış açısı sağlıklı bir bakış açısı değildir. Her şeyden önce birbirimize saygı göstermemiz gerekir. Bir fikre bir fikirle cevap vermek lazım. Hakarete varan eleştirinin bu ülkeye faydası olamaz. Amacımız üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi? Görünüşe göre niyetimiz bağcıyı dövmek. Sanal alemde, görsel ve yazılı medyada başlatılan bir linç kampanyası insanları konuştuğuna konuşacağına, doğduğuna doğacağına pişman edecek seviyeye ulaşıyor. Bu şekil bir kaba tavır, belden aşağı vurma hiçbir ahlaki ve etik değerlere sığmaz. Bu puslu havada fikir hürriyeti de olmaz. Fikri ve ilmi gelişme sağlanamaz.

Hata ve yanlışıyla malul olan insanoğlu bir konuda hata yapabilir, hatasında ısrarcı olabilir, ya da hatasını terk edebilir. Bu kimsenin bir konuda hata yapması her konuda hatalı kabul edileceği anlamına gelmemelidir. İnsanlara mutlaka bir şans verilmelidir. Hemen dışlayıp atılmamalıdır. Saygı ve edep ön planda olmalıdır. Ağzı olan konuşmamalıdır. Söz gümüş ise sükut altındır. Hata yapanlara şans ve şanslar verilmelidir. Hatalı kişiye karşı varsa bir maharet ve yeteneğimiz fikirle karşısına çıkıp onun zehrini panzehire döndürebilmeliyiz. Bu devir ikna dönemidir. Kim kimi ikna ederse o başarılıdır. Kızsan da, bağırsan da bir fikri yok edemezsin. Öyle bir ikna edici dil kullanmalısın ki hata yapan hatasıyla baş başa kalıp hatasından vazgeçebilmelidir. Böyle bir maharetin yoksa sus bari. Bırak ehli konuşsun. Boş teneke gibi durmadan ses yapmayı bırak. Bağırıp çağırarak fikrin üstün olmaz. Sadece kendi çapını ortaya koyarsın. Hep küçük olarak kalırsın. 08/01/2017

** 30/01/2017 tarihinde Kahta.söz gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde