Ana içeriğe atla

Kelle koltukta iş yapan polisler *

İnsanlar farklı farklı iş yaparlar. Bazı insanların yaptığı işler kolay, bazılarınınki ise zordur.
Bazı işler büyük riskler barındırır. Polisin yaptığı da böyle bir iştir.  Görevleri, bizim güvenliğimizi sağlamaktır. Sorumlu olduğu alanın güvenliğini sağlamak için canlarını ortaya koyuyorlar. Son yıllarda terörün nokta atış yaparak kurşunlarını yağdırdığı kesimdir bunlar. Gün geçmiyor ki şehit olan bir polisin haberi düşmesin ajanslara. Her gün bir evi yakmaktadır düşen ateş.

Evet, hepimizin yaptığı iş zordur. Polisin yaptığı işe gelince bizlerin yaptığı işin esamesi bile okunmaz. Çünkü onlar kelle koltukta görev yapıyorlar. Hele bu günlerde evlerinden çıkarken öyle zannediyorum helallik dileyerek işe gidiyorlardır. İşten eve gelinceye kadar evde bıraktıkları, öyle zannediyorum bildikleri tüm duaları okur. Vakit geçmek bitmez bir türlü. Hep endişeli bir bekleyiş... Acaba akşam eve gelir mi diye beklenir hep. Kulakları zilde, gözleri pencerede. Vaktinde eve gelirse dünyalar evdekilerindir. Mutluluklarına ve sevinçlerine diyecek olmaz. Çoluk-çocuk şükreder: "Ya Rabbi! Şükürler olsun. Bugün de nefes alabildik, emanetini almadın" diye. Gerçekten kolay değil. Hele eve zamanında gelmezse, telefonu cevap vermezse gergin bekleyiş süre durur, taki gelinceye kadar.

Güvenliğimizi sağlayan polisin, onu evinde bekleyen eşi ve çocukları, anne ve babaları için zordur gerçekten. Belki de günde kaç defa ölür ölür dirilirler. Hep ölümün nefesini enselerinde hissederler. Rabbim bu zamanda polis olarak görev yapanlara, onların eş ve çocuklarına, anne-babalarına yardım etsin, sabırlar versin.

Polis diyorum ama tüm güvenlik görevlileri aynı riski taşıyorlar. Bunların gaflette bulunma, işi kaynatma, aksatma, sulandırma, uyuma vb lüksleri de yoktur. Çünkü biliyorlar ki su uyur, düşman uyumaz. Yaptığımız işi zor ve yorucu olarak düşünen bizler, oturup kalkalım işimize şükredelim. Hiç öyle işim zor diye dertlenmeyelim. Çünkü hiçbirimizin işi ve görevi canını ortaya koyma, kendi canını feda etme değildir. Perşembe günkü kahraman polisimizi gözümüzün önüne getirelim. Canını ortaya koydu. Büyük bir faciayı önce önledi, ardından şehadet şerbetini içti. Arkasında gözü yaşlı bir eş ve yetim üç çocuk bırakarak... Üstelik polisimiz terörle mücadele, asayiş vb birimlerde çalışmıyor. Trafik polisi. Banane, benim görevim mi demedi. Gördüğü gözü dönmüş canilerin peşine takılıp onlara göz açtırmadı. Benim de yaşamaya, nefes almaya hakkım var; arkamda çoluk, çocuğum var. Ben de lüks ve konforlu yaşamam lazım demedi. Yüzlerce kimsenin ölmesine gönlü razı olmadı, ateşin üstüne üstüne gitti. Kendi nefsini değil; ülkeyi, ülkenin geleceğini tercih etti. Allah razı olsun, mekanı Cennet olsun.

Bir kaç yıl öncesinde bir iş dolayısıyla birinin evine misafir olmuştum. Öğretmen olduğumu duyunca “Hiç sevmem öğretmenleri” demişti. Kendisine niçin sevmediğini sorduğumda, soruma cevap vermeden: “Bir de polisleri” dedi. Israrla niye sevmiyorsun dediğimde: “Ne iş yapıyorlar ki” diye bir eleştiri dile getirmişti. Ben ardından sen ne iş yapıyorsun diye sormuştum da, bana: “Pazarcıyım” demişti... Kendi yaptığı işten başka, başkasının hiçbir şey yapmadığını düşünen kardeşim! Gör bak, ‘Senin ne iş yapıyor’ dediğin polis canını ortaya koydu, senin gibi çürük-çarık malı tezgahın önüne koymadı. Umarım özelde bu polisin, genelde tüm polis ve güvenlik güçlerinin canlarına mal olsa da kendilerini feda ettiklerini gördüğün zaman kendinden utanmışsındır. Eğer utanma kalmışsa tabi.

Şehit polisimize Allah’tan rahmet diliyorum, kederli ailesine sabrı cemil niyaz ediyorum. Vazife başında kelle koltukta hayat-memat mücadelesi vererek evine ekmek götürmeye çalışan tüm güvenlik güçlerimize özelde polislerimize Allah’tan işlerini kolaylaştırmasını diliyorum. Yedikleri, içtikleri, aldıkları maaş analarının ak sütü gibi helal olsun!..

* 07/01/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde