Ana içeriğe atla

Hadislere bakış açımız nasıl olmalı?

Baştan söyleyeyim bu, çok sıkıntılı bir konudur. Kim girerse bu işin içerisine başı belaya girer. Çünkü ya hadis düşmanı ilan edilir, ya da gelenekçi. Yani bu konuda da yine toptancıyız.

Peygamberin sözlerine hadis denir. Hz Muhammed, Kur'an'ı tebliğ ve tebyin etmekle yükümlüdür. Kur'an'ın veciz bir şekilde kısa kısa ifade ettiği bir çok ibadet ve kuralların ne şekilde yapılacağını açıklamıştır. Peygambersiz bir din olamaz. O ne söylüyorsa söylediği ancak vahiydir, asla kendi hevasından konuşmaz. Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Bizim Kelimeyi Tevhid anlayışımız Allah'ın birliğiyle birlikte Muhammed'i elçi olarak kabul etmemizle tamamlanır. Muhammed'in söylediği sözün üzerine yani hilafına söz söylemek bir Müslümana yaraşmaz. Buraya kadar yazılanlara öyle zannediyorum, İslam dairesinde olan hiç kimsenin itiraz etmesi söz konusu olamaz.

Sorun nedir o zaman? Malum olduğu üzere geçmişte peygambere atfedilen sözlerdedir. Çünkü geçmişte peygamberin adı kullanılarak çok hadis uydurulmuştur. Geçmişte ne kadar hadis tahlilleri yapılmış olsa da maalesef sahih kabul edilen hadis kitaplarının içerisine uydurma hadisler girmiştir. Sorun da buradan çıkmaktadır. Kütübü Sitte ve Kütübü Tis'a adı verilen hadis kitaplarının dışında da piyasada hadis adı altında rivayetler vardır.  Takvim yapraklarının arkasında kaynağıyla beraber yazılı hadisler geçmektedir. Araştırıldığı zaman adı geçen kaynakta öyle bir hadisin olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü hadislerin tamamına bugün ulaşılamamaktadır. Bu konuda bir bilgi kirliliği vardır. Yine bir başka sorun, kaynağıyla birlikte zikredilen hadisin peygamber tarafından söylenip söylenmediğidir. Çünkü hadisler hicri üçüncü asırda tedvin  edilmiştir. Kur'an'ın mantığıyla örtüşen hadislerden ziyade esas sorun Kuranla çelişen hadislerin peygamber tarafından söylenip söylenmediğidir. Esas sorun burada diye düşünüyorum.

Bu konu yıllardır Müslümanlar arasında hayat ve memat meselesi olarak tartışılır. Gerçi tartışılmaz. Çünkü bu konuda konuşmaya veya söz söylemeye çalışan insanlar farklı ithamlarla susturulur. Hasılı konuşturulmaz. Yine her konuda olduğu gibi bu konuda bizde sağlıklı bir şekilde uzmanlarınca tartışılmaz. Konusunun uzmanları da bir araya gelerek üzerinde tartışma konusu olan hadisler üzerine kafa yormazlar, din konusunda söz söyleme hakkına sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı susmaya devam eder. Ehilleri susunca orta yerde yarım yamalak mürekkep yalamış ilgili-ilgisiz kişiler konuşmaya başlar. Maalesef konular çözüleceği yerde problem daha da büyümeye devam eder.

Acizane bu konuda şunu söylemek isterim:
1.Bize sadece Kur'an yeter, hadislere ihtiyaç yok diyen varsa -ki bunlara mealci deniyor -bu durum kabul edilemez. Allah böylelerini hidayete erdirsin.
2. Kütübü Sitte'de veya Kütübü Tis'a da geçen hadislerin hepsini hiç sorgulamadan, Kur'an, sahih sünnet ve akıl  süzgecinden geçirmeden toptan kabul edenler. Bu şekil düşünenler aşırı korumacıdır. Geçmişte hadislerin uydurulduğunu, bir kısmının tespit edildiğini, bir kısmının o günün şartlarında gözden kaçmış olabileceğini düşünmüyorlar. Kur'an'a aykırı hadisleri bile yorumlama yoluna giderek doğruluğunu ispatlamak istiyorlar. İyi niyetlidirler.
3. Sahih hadis kitaplarında Kur'an'a, akla, İslam'ın mantığına ters, sahih sünnete aykırı olan sözlerin peygamber tarafından söylenemeyeceğini düşünen kimselerdir. Her gördükleri hadise acaba diyerek biraz daha temkinli yaklaşıyorlar. Bu kesimin de samimi olduğunu düşünenlerdenim.

Benim hadis konusunda tespit edebildiğim  farklılıklarımız bunlar. Başkası varsa da bilmiyorum. Sözlerimi bitirirken yıllardır kangren olmuş bu konunun uzmanlarınca iyice irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta tüm hadislerin taranarak tek bir kitap haline getirmeleri, dijital ortama aktarılması, mevzu ve sahih olanlarını belirlemeleri gerekmektedir. Böyle bir çalışma İslam'a ve Müslümanlara yapılmış en güzel hizmet olur. Yoksa birbirimizi töhmet altında bırakmaya, birbirimizi kırmaya devam ederiz. Başka da bir işe yaramaz. 16/01/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde