Ana içeriğe atla

Formaliteyi yerine getirmede üstümüze yoktur

Milli Eğitim Bakanlığı, devasa bir bakanlık. Kurumunu yönetmek için kanunun kendisine verdiği yetkiye dayanarak zaman zaman yönetmelik, yönerge vb mevzuat çıkarır. Bir dersin öğretim programlarında değişiklik yapmak isterse kamuoyundan habersiz bir şekilde değiştirir, okutulmak üzere taşraya gönderirdi. 

Düne gelinceye kadar başta yönetmelikler olmak üzere çıkardığı mevzuat eleştirilir; iyi hazırlayamıyorlar, görüş almıyorlar, kendileri hazırlayıp dikte ediyorlar; içi boş, eksikliklerle dolu diye eleştiri getiriliyordu. Ne çıkardığı yönetmeliği, ne de uygulamaya koyduğu öğretim programı beğenilirdi. Hatta çoğu kimse Bakanlığın öğretim programına göre hazırlattığı ders kitabını daha görmeden yardımcı kaynağa yönelir, öğrencilerine de bu yardımcı kaynağı tavsiye eder. Devlet bir taraftan ücretsiz kitap bastırırken diğer taraftan evlerimiz, okullarımız özel sektör tarafından reklamı yapılan yardımcı kaynaklarla dolup taşmakta. Her ne kadar ders kitapları ücretsiz olsa da veliler yardımcı kaynak adı altında katlamalı ödeme yapmak zorunda hisseder kendisini.

Son yıllarda Bakanlık, tabanın sesine kulak vermeye çalışıyor. Bir yönetmeliği yenileyecekse, bir dersin öğretim programını değiştirecekse tabandan, işin mutfağında olan kişilerden görüş almak istiyor. Teknolojinin imkanlarından yararlanarak tüm kamuoyuna duyuruyor, taşra teşkilatına yazılar yazıyor. Belli bir tarihe kadar  değişiklikle ilgili görüş, öneri, ekleme, çıkarma vb görüşlerin gerekçesiyle birlikte bir komisyon marifetiyle gönderilmesini istiyor. Kişisel görüş bildirmek isteyenler için Bakanlığın tüm iletişim yollarını da açık tutuyor. Bu tavrıyla Bakanlık, tabana ve onların görüşlerine değer verdiğini gösteriyor. Sevindirici bir durum gerçekten.

Yöneticilik yaptığım dönemde ilgili öğretmenleri çağırıyor, kendilerine: "Öğretmenim! Bakanlık yönetmeliğimizi değiştirmeye karar verdi. Mevcut yönetmeliği bir inceleyelim. Çıkarılmasını ve ilave edilmesini istediğiniz maddeleri belirleyerek gerekçesiyle birlikte bir rapor yazmanızı istiyorum" dediğim zaman 'tamam' cevabı alıyorum. Raporun süresi geldiği zaman öğretmenden rapor istediğimde: "Hocam ben hazırlamadım, çünkü yazdıklarımız dikkate alınmıyor" refleksine şahit oldum. "Hocam dikkate alınmasa da biz görüşümüzü söyleyelim, desem de "Boşu boşuna yazmış oluruz" klişe cevaplarına alıştık artık.

Bakanlık bu yıl değişiklik yapmak istediği öğretim programının taslağını göndererek illerde komisyonlar kurulmasını istedi. Komisyon üyelerinin 'görevli-izinli' olmaları sağlandı. İstenilen süre içerisinde komisyonlar çalıştı. Raporlar Bakanlığa gönderilmek üzere hazırlandı. Buraya kadar her şey mükemmel. Çünkü komisyonlar çalışıyor, hem de harıl harıl. Fakat edindiğim intiba, komisyon üyelerinin öylesine seçildiği, bir kısmının işin mutfağından gelmediği, bu derse girmediği göze çarpmaktadır. Komisyonlar çalışırken doğru-yanlış kendi özgün görüşünü söylemek yerine başka illerde bu konuda yapılmış incelemeleri aramak için parmaklarının 'google'a gittiğini gördüm. Kimin nesi olduğuna bakmadan hazırlanmış raporu 'kopyala-yapıştır' yapmak suretiyle kendi görüşüymüş gibi yukarı makama sunma hazır yiyiciliği izlenimini edindim. 

Görüntü itibariyle tabanın görüşü alındı. raporlar hazırlandı. Fakat anlayacağınız eski hamam eski tas. Değişen bir şey yok. Çünkü özgün fikir ve görüş yok. Maalesef hepimizde bir hazıra konma var. Komisyon üyelerine 'Arkadaş rapor haline getirdiğiniz bu metni bir kaç cümle ile anlatır mısınız' dense inanın söyleyecek bir şeyimiz olmaz. Çünkü kes-kopyala-yapıştır yönteminden faydalanılmıştır. Sadece formaliteler yerine getirilmiş oldu. 

Bakanlığın bunca emek sarf ederek görüşlerine başvurduğu bizler bu şekil rapor hazırlarsak hiçbirimiz yarın önümüze gelecek öğretim programını, kitabı eleştirmeye hakkımız yoktur. Yazık gerçekten çok yazık. Bakanlık görevini yaptı yapmasına da. Bir çok komisyon sınıfta kaldı. 20/01/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde