Ana içeriğe atla

Fakir ülkemin rahatına düşkün zengin insanları ***

Devlet çok zengin değil ama millet çok zengin onu biliyorum. Bu yargıya nereden vardım diye merak edebilirsiniz. Trafiğin yoğun işlediği bir caddeye çıkın. Hareket halindeki araçlara bir bakın. İçinde kaç kişi var, kaç kişi yolculuk yapıyor? Bir göz atın.

Araçların % 90'ında tek kişinin işe gittiğini, işten geldiğini görürsünüz. İhtiyaç mı değil mi denmeden genelde her evin önünde bir araç var. Hatta bazı evlere ait birden fazla araç olduğunu da görebilirsiniz. Gayri safi milli hasıla bakımından bir çok Avrupa ülkesinden daha düşük bir gelire sahip olmamıza rağmen ekseriyetimizin toplu taşıma araçlarından ziyade bireysel araçları tercih etmesinin nasıl izahını yapabiliriz? Aracıyla tek başına yolculuk yapanların aynı zamanda trafikte seyir halinde iken diğer taraftan da cep telefonu ile görüşme yapmaya çalışması sanırım işlerinin çok acil olduğu, zamanla yarıştıkları görüntüsünü vermektedir. Hem tek başına yolculuk yapan hem de seyir halindeyken trafiği riske atarcasına telefonla görüşme yapanların çoğunun zamanla yarıştıkları falan yok. Toplu taşımayla yolculuk yapmayı kendimize yediremiyoruz, durakta beklemeye tahammül edemiyoruz. Rahatımıza düşkünlüktür bunun adı. Bu rahatımıza düşkünlük hem trafiği kalabalıklaştırıyor, çoğu zaman trafik kilitleniyor; otoparklar, yol kenarları araçla dolu. Aynı zamanda hava kirliliğine de sebebiyet veriyor. Haydi hepsinden geçtim. Kazandığımızın belirli bir miktarını maalesef ulaşım giderlerine gitmektedir. Aynı güzergahtan hem toplu taşıma araçları hem de biz işe gidiyoruz. Gerçekten normal bir durum mu bu? Bu kadar para harcamak doğru mu?

Kendi başına işine gidip gelenlerin yarısının maddi sıkıntı içerisinde olmasına rağmen toplu taşıma yerine hala kendi aracıyla gitmeleri garibime gidiyor. Bir çoğunun yakıt alma sıkıntısı var. Allah göstermesin büyük bir ekonomik kriz olursa, kazandığımızdan daha az kazanmaya başlarsak halimiz nice olur?

Toplu ulaşım araçları kullanılırsa belki biraz zaman kaybımız olabilir ama inanın, hem ulaşıma giden paranın maliyeti düşecek, hem yollar rahatlayacak, hem işimize zamanında gelip zamanında gitme planları yapacağız. Arabamıza güvenerek son anda evden hızla çıkmayacağız. Daha planlı bir hayatımız olacak, hava kirliliğe de zemin hazırlamamış olacağız. Cari açığın düşmesine katkımız olacaktır. Çünkü petrol ürünleri bakımından hep dışa bağımlıyız, sürekli dışarıdan yakıt almak zorundayız, ithalat ve ihracat dengesinde gözle görülür bir iyileşme olacaktır.

Ülkemi çok seviyorum diyenler! Haydin bu ülkeye sevginizi biraz gösterin. Zaten şu anda bir seferberlik halindeyiz. Rahatınızdan biraz ödün verin, toplu ulaşıma yönelin. Olur olmaz yere özel aracınızı kullanmayın. 22/01/2017

*** 24.01.2017 günü ladik.biz'de yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde