Ana içeriğe atla

Kar ve insan *

Sabah 07.00 sularında (geçen çarşamba)  işe gitmek için evden çıktığımda geceden başlayan karın yerleri ağarttığını gördüm. İnce ince yağmaya devam ediyordu. Güneşin doğmasına daha 55 dakika olmasına rağmen yer ve gök bembeyazdı.

Evden okula varıncaya kadar yerleri kapatan kara ilk basan ve karın üzerine ayakkabımın izini bırakma şerefine nail olan bendim muhitimde. Öğleye kadar da yağdı. Hala da ara ara yağmaya devam ediyor. Yağan rahmet idi, bereket idi. Nice zamandır susamış, kurumuş, yağmur yüzü görmemiş toprağın örtüsüydü. Toprağın bayramıydı bugün.

Çocukların neşesine diyecek yoktu. Hiç bu kadar sevinçle çıkmamışlardı bahçeye. Yağan kara aldırmadan kartopu oynamaya devam ettiler. Bırakıversen akşama kadar yorulmadan oynayacaklar kar ile. İyi bir deşarj oldular.  Girip çıkarken atılan kar toplarından ben de nasibimi aldım, onlar gibi oynayamasam da. Ne kadar masumane oynuyorlar. Biri atıyor, diğeri kaçıyor. Kartopunu yiyen arkadaşına kızmıyor. O da diğerine atmaya çalışıyor, ellerinin üşüdüğüne, ayaklarının ıslandığına aldırmadan...

Anneler, babalar, gençler ve büyükler gelseler de birbirlerini kırmadan, dökmeden, kızmadan, öldürmeden ne güzel oynadıklarını görseler kendi sulbünden gelen çocuklarının. Bembeyaz karın içinde tıpkı kar gibi hepsi bembeyaz. Keşke biz büyükler gelsek de bu çocukları bir seyretsek... Bu çocuklardan oyun nasıl oynanır bir görsek...Birbirimizi üzmekten, öldürmekten başka bir işe yaramayan biz büyükler çocuklara ve dünyaya çok kötü örnek oluyoruz. Çünkü bu çocuklar kötülükleri, öldürmeyi, vurmayı biz büyüklerden öğreniyorlar. Yarın büyüyünce bizden gördüklerini uygulayacaklar. Keşke imkan olsa da çocuklarımız bizi görmeden büyüseler. Çocuklar oynarken ben içimden “Keşke bu dünyayı biz büyükler değil de bu çocuklar yönetse” dedim. İnanın bizden iyi yönetirler. Bundan eminim.

Birbirimizin nefes almasını dahi engellemeye çalışan biz büyüklere rağmen Rabbim, rahmetini esirgemedi bizden. Şu kötü, bu layık değil diye ayırım yapmadan her yere yağdırdı. Yerleri kapladı. Hem de bolca. Rabbim iyi ki karın, yağmurun yağdırma sorumluluğunu biz insanoğluna  vermedi. Eğer verseydi düşmanıma fayda sağlar diye yere bir gram kar indirmezdik. Yağdırsaydık da yağdıracağımız yeri seçerdik. Aslında yeryüzünü yaşanmaz kılan, birbirimizin gırtlağını kesmeye çalışan biz büyükler rahmetin inmesine layık değiliz. Bunca kötülük ve melanet işleyen bizlere rağmen hala bu evrene kar yağıyorsa bu, Allah’ın sünnetullahının bir gereğidir. Daha günaha batmamış çocukların, nebatat ve hayvanatın yüzü suyu hürmetinedir.  Biz yatıp kalkıp dünyaya zerre kötülüğü dokunmayan bu masumlara teşekkür edelim. Onların sayesinde biz Rahman’ın rahmetini görüyoruz. Merhametini esirgemiyor bizden. Çünkü o, ‘Erhamürrâhimîn’dir.

Ahzap 72.ayete göre “zalim ve cahil,” İbrahim süresi 34.ayete göre yine ‘cahil ve nankör’ olduğu tescillenen ‘Eşrefi mahlukat’ insanoğlu, etrafımızı bembeyaz yapan, tüm kirlerimizi kapatan şu yağan kardan bir ibret alabilse keşke. O karın üzerinde hiçbir hesap ve kitap yapmadan neşe içerisinde kartopu oynayan, bastığı yeri bilmeyen şu masum çocuklar gibi olabilsek ne iyi olurdu değil mi?


Çocuklar! Çocukluğunuzun kıymetini bilin, oynadıkça oynayın. Yarın belki bir daha kolay kolay kar yüzü göremezsiniz. Görseniz de oynamaya imkan bulamayabilirsiniz. Çünkü biz büyükler dünyayı yaşanmak kılmak, kıyameti koparmak ve birbirimize nefes aldırmamak için kıyasıya bir kör dövüşü halindeyiz. İyi oynayın, belki bir daha fırsatınız olmayabilir, belki de oynayacak ortam bulamayabilirsiniz. Hatta imkanınız varsa büyümeyin. Hep çocuk kalın, büyürseniz de hep masum kalın. Tıpkı melekler gibi. 21/12/2016

* 26/12/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde