20 Aralık 2016 Salı

Büyümeyen nesil

Anne-babalar, toplum ve devlet olarak öyle bir şeye imza attık ki bu imzamızın izleri uzun süre silinmeyeceğe benziyor. Çoluk-çocuğumuz daha iyi yetişsin, daha öz güven sahibi olsun, geleceğini kurtarsın, kendisini ezdirmesin niyetiyle yeni nesli koruduk da koruduk. Durmadan pohpohladık. Kimse bir şey yapamaz size, arkanızda biz varız dedik. Sorumluluk verdiğimiz makamların, kurum ve kuruluşların ipliğini pazara çıkardık. Çocuk hakları, vatandaşlık hakları, bilmem ne hakları çerçevesinde herkesin ne tür haklara sahip olduğunu, nasıl yararlanacağını her türlü iletişim araçlarıyla ulaştırdık. Böyle yaparak herkese değerli olduğunu hissettirmeye çalıştık. Çalışanı emir eri, hizmet eri gördük. Vatandaş veya hizmet alan her türlü şeyin en iyisine layık dedik. Verdik de verdik. Verirken çalışanın hakkını alarak verdik.

Çalışanlardaki gizemi kaldırdık. Şimdi çalışanlara gelen vuruyor giden vuruyor. Hizmet alanın isteği makul olsa da olmasa da kurum ve kuruluşlar şikayet mekanizmasıyla hep karşı karşıya. İşini yaptırmaya çalışan tepeden bakıyor iş yapmaya çalışana. Kazara işi olmazsa şikayet edilmeden önce lafı da sokuşturuyor: "Senin maaşını ben veriyorum" diye. Şikayete konu olan hususun aslı çıkmasa da şikayetçiye bir yaptırımı yok. Memur inceleme ve soruşturulduğuyla kalır. Hiç şikayet edilmeyen kişiler de hakkımda şikayet olabilir endişesiyle rahat bir şekilde kendini işine veremiyor. Risk almıyor. Rutin büro işi yapmakla geçiriyor mesaisini.

Herkese değerli olduğu hissini vermek önemli. Bu önem herkesin kendini bildiği ve karşı tarafa empati yaptığı zaman bir anlam ifade eder. Yoksa tek taraflı empati bencilliği doğurur.

Türkiye'nin yaşadığı en büyük sıkıntı aşırı korumacılıktır. Haklar yerinde ve yeterince kullanılmıyor. Muhatabı ezmek için kullanılıyor bu haklar. Anne babalar olarak yetiştirdiğimiz çocuklar ise tam bir müzeliktir. El bebek, gül bebek yetiştirilen, sorumluluk verilmeyen, haklı ve haksız her durumda arkasında hep ailesini tapu gibi gören bir nesil yetiştiriyoruz. Çocuğumuz her halükarda haklı düşüncesi laf anlamayan, söz dinlemeyen, hep mazeret üreten, her karşı tarafı suçlayan bir yapıya büründürür. Bahane buldukça arkasından koştururuz. Onun yapması gereken işleri de biz yaparız. Yaranabiliyor muyuz? Sanmıyorum. Bildiğim bir şey var, sorumluluk vermediğimiz kişi iyi bir hazır yiyici olarak yetişir, büyüse de her şeyi bizden bekler. Bu tiplerin boyu büyüse de, fiziki olarak gelişse de kişilik yönü küçük kalmaktadır. Tabir yerindeyse beyni büyümüyor, analitik düşünemiyor.

Sonuç, hayatın yükü yetmediği gibi sırtımıza bir kambur daha alırız, ölünceye kadar taşırız. İstesek de istemesek de. 20/12/2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder