Ana içeriğe atla

Güvendiğimiz dağlara hep karlar yağıyor

Bu millet ihanete uğraya uğraya ayakları üzerinde durmayı öğrenecek. Hani denir ya: "Tecrübe, hayatta yenilen kazıkların bileşkesidir" diye. Yemediğimiz kazık, görmediğimiz ihanet kalmadı. Bu kadar haini bünyesinde barındıran, onlara  iş veren, yediren, doyuran hiçbir devlet ayakta kalamaz. Hala dimdik ayaktayız. Helal olsun bize.

Şu iyidir dediğimiz herkes bizi kullandı, yarı yolda bıraktı. Beslemediğimiz karga kalmadı. Hepsi gözümüzü oydu. Adam; ayet-hadis okuyor, gözyaşı döküyor, doğru birine benziyor diye kucağımızı açtık. Nice sonra öğrendik ki, adamın derdi din-iman değilmiş, tedrisine oturan herkesi ölümü göze alacak şekilde kendisine bende yapmakmış. Bu millet adam hacı diyerek güveniyor, hoca diyerek güveniyor. Hep can evinden vuruluyor. Farkına vardığı zaman iş işten geçmiş, atı alan Üsküdar'ı geçmiş oluyor.

Gelen gidenin vurmasının nedeni; saf, salak, ahmak oluşumuzdandır. Herkese güveniriz. Güven güzel bir şey tamam. Sıkıntı, tedbiri elden bırakmadadır. Tedbiri elden bırakmazsak aslında doğru yoldayız. Biz bu işi öğreneceğiz ama o zamana kadar ülkede insan kalırsa şayet. Korkum, yarın gerçek doğruyu savunan, almaktan ziyade vermeyen çalışan biri ortaya çıkarsa her defasında kanan bizler öyle insanlara sırt dönebiliriz.

Geçen günler gösterdi ki gizli iş çeviren, gizli-kaçak iş yapan, işini resmi yapmayan; içeride farklı, dışarıda farklı görünen, gizli ajandası olan insan tiplerinden uzak durmak gerekir. Kendimize güvenelim, ilk önce kendimiz düzelelim. Kendi vicdanımızın sesine kulak verelim, kurtarıcı beklemeyelim. Kendi yaşantımızı beğenmeyen bizler kerameti başkasında arıyoruz. Başkasını düzgün sanıyoruz. Unutmayalım ki biz ne kadar düzgünsek karşı taraf da o kadardır. Biz çoluk-çocuğumuzu başkasına teslim ederken aslında kendimizden kaçıyoruz. Buna yağmurdan kaçarken doluya tutulmak denir. Hani adama iki içki şişesi getirmişler: "Bir bak hangisi iyi" diye. Birinciyi içer içmez tadını beğenmeyen adam: "Diğeri iyi" diye işaret eder. "Daha tadına bakmadın" dediklerinde "Hiçbir şeyin tadı bundan kötü olamaz" cevabı verir. Aslında diğerini içince onunda kötü olduğunu anlayacaktır. Bizimki de o hesap. Kendimizi beğenmeyiz başkasına havale ederiz. İhaleyi alan malı kendine yontarak işler, emanete ihanet eder. Adam parsayı toplar, biz de dövünür, havamızı alırız. Başka ne bekleyecektik ki? Münafık, meşrebinin gereğini yapacak. Bizim de kandığımız yanımıza kar kalacak. 20.12.2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde