Ana içeriğe atla

Fikir hürriyetinin neresindeyiz? *

Hem içindeyiz, hem dışında. İçindeyiz; İslam dini, fikir ve vicdan özgürlüğünü savunur, dinde zorlama yoktur, baskı ve cebir yoktur." deriz. Bu konuda bilgi yüklüyüz. Dışındayız. Çünkü İslam'ın ve Kur'an'ın bu emirlerini yerine getirmeyiz. Herkes bizim fikrimizde olmalıdır. Çünkü benim görüşüm en doğru fikirdir, düşüncesini bizzat yaşıyoruz. Farklı fikre asla tahammülümüz yoktur. Hele bu fikri savunan bir de bizden biri olursa, çekeceği var. Ne ajanlığı, ne hainliği, ne özenti, ne gaflet ve dalalet içerisinde olduğu kalır muhatabımızın. Bununla da yetinmeyiz. Yedi ceddini katarız işin içine. Hızımızı alamayız. Daha önce hangi konuda ne görüş serdettiğini, kimlere hizmet ettiğini, neleri inkar ettiğini, kimlere özenti duyduğunu, kimler tarafından beslendiğiyle ilgili tüm cemaziyel evvelini ortaya dökeriz.

Muhatap "Yanlış anlaşıldım, maksadım bu değildi, benim cümlem çarpıtılmıştır, esas görüşüm şudur" dese de asla kabul görmez. Buna da 'kıvırma' der geçeriz. Kişilerin de hata yapıp özür dileyebileceğini asla kabul etmeyiz. Hakaret, iftira ve gıybet ardı arkasına gelir, mahalle baskısı uygular dururuz. Adamı öbür mahalleye göndermek için elimizdeki tüm imkanları seferber ederiz. Öbür mahalleye gidince de "İşte gördünüz mü, layığını buldu, zaten onlara göz kırpıp duruyordu" deriz. 

Ne zaman öğreneceğiz katılmadığımız bir görüşe tahammül etmeyi, saygı göstermeyi bilemedim gitti. Amacımız üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi? Şu çok mu zor: "Beyefendinin şu konuda yaptığı açıklamaya katılmıyoruz. Bunun doğrusu budur" demek. Ya da yanına gidip "Şu sözünüzle neyi kastettiniz" diye sormak ve yapılan açıklamayı yeterli bulmak. Katılmadığımız görüşünü savunmada ısrar ediyorsa "Görüşünüz İslam'ın şu hassasiyeti ile bağdaşmamaktadır, yanlışta ısrar ediyorsunuz" diyerek konuyu kapatmak ve kendi doğru görüşümüzü kamuoyuna açıklamak çok mu zor gerçekten. Niyetimiz adam kazanmak mı, yoksa kaybetmek mi? Görünüşe bakılırsa adam kazanma gibi bir derdimiz yok.

Bu ülkeye ve İslam dünyasına müsamahanın 'M' si, hoşgörünün 'H' si, toleransın 'T' si uğramamış maalesef. İslam gelmiş ama onun istediği gibi Müslüman olamamışız. Ne diyorsa biz onun tersini yapmak için yarışıyoruz. İslam bize teslim oluverse bizden iyisi olmayacak. 

Olaylara farklı/yanlış pencereden bakan Müslüman kardeşlerimize bu hıncımız nereden geliyor? Niçin kafire, gayri müslime gösterdiğimiz hoşgörünün milyonda birini kendi insanımıza göstermiyoruz? Bu yaptığımızla Muhammed süresinde geçen "Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidir" ayetine ters davranmıyor muyuz? Niçin "Onlarla en güzel şekilde mücadele et" ayetinde olduğu gibi fikre, fikirle karşılık vermeyerek belden aşağı vuruyoruz? Bizim bu yaptığımızın birbirini öldüren Müslümanlardan ne farkı vardır? "Fitne katilden beterdir" ayetiyle çelişmiyor mu orta yere çıkardığımız fitne? Birliğe ihtiyacımız olduğu bugünlerde ayrışmayı, ötekileştirmeyi körüklemek kime hizmet eder? Bu kafa yapımızla kendi insanımızı kendimizden soğutmuş, küstürmüş olmuyor muyuz? Yazılanlarda ve yapılan yorumlarda bir nefret dili hakim bizde. Öldürme imkanımız olsa inanın öldürürüz bu hızımızla. Belki de beceriksizliğimizden başvurmuyoruz bu yönteme. Yoksa bunu da yaparız. Bu şekilde davranarak bir insanı öldürmekle kalmıyor, onu öldürmekten beter yapıyoruz. 

Ne olur! Biraz soğukkanlı, basiretli, ferasetli olalım. Düşmanları güldürmeyelim birbirimize düşerek. Hikmet ve mev'ize-i hasene ile insanımıza; yumuşak, nazik ve güzel bir üslupla yaklaşalım. Firavun gibi bir zalim ve kafire bile "Ona kavli leyyin ile konuşun" diyor Rabbimiz. Yahu karşımızda tu kaka yapıp dışladığımız insan Firavun'dan da mı kötü! Gidin Allah'ın aşkına. Başkasının gözündeki çapağı görürken kendi gözümüzdeki merteği görelim! 26/12/2016

* 14/01/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde