Hem içindeyiz, hem dışında. İçindeyiz; İslam dini, fikir ve
vicdan özgürlüğünü savunur, dinde zorlama yoktur, baskı ve cebir yoktur."
deriz. Bu konuda bilgi yüklüyüz. Dışındayız. Çünkü İslam'ın ve Kur'an'ın bu
emirlerini yerine getirmeyiz. Herkes bizim fikrimizde olmalıdır. Çünkü benim
görüşüm en doğru fikirdir, düşüncesini bizzat yaşıyoruz. Farklı fikre asla
tahammülümüz yoktur. Hele bu fikri savunan bir de bizden biri olursa, çekeceği
var. Ne ajanlığı, ne hainliği, ne özenti, ne gaflet ve dalalet içerisinde
olduğu kalır muhatabımızın. Bununla da yetinmeyiz. Yedi ceddini katarız işin
içine. Hızımızı alamayız. Daha önce hangi konuda ne görüş serdettiğini, kimlere
hizmet ettiğini, neleri inkar ettiğini, kimlere özenti duyduğunu, kimler
tarafından beslendiğiyle ilgili tüm cemaziyel evvelini ortaya dökeriz.
Muhatap "Yanlış anlaşıldım, maksadım bu değildi, benim
cümlem çarpıtılmıştır, esas görüşüm şudur" dese de asla kabul görmez. Buna
da 'kıvırma' der geçeriz. Kişilerin de hata yapıp özür dileyebileceğini asla
kabul etmeyiz. Hakaret, iftira ve gıybet ardı arkasına gelir, mahalle baskısı
uygular dururuz. Adamı öbür mahalleye göndermek için elimizdeki tüm imkanları
seferber ederiz. Öbür mahalleye gidince de "İşte gördünüz mü, layığını
buldu, zaten onlara göz kırpıp duruyordu" deriz.
Ne zaman öğreneceğiz katılmadığımız bir görüşe tahammül
etmeyi, saygı göstermeyi bilemedim gitti. Amacımız üzüm yemek mi, bağcıyı
dövmek mi? Şu çok mu zor: "Beyefendinin şu konuda yaptığı açıklamaya
katılmıyoruz. Bunun doğrusu budur" demek. Ya da yanına gidip "Şu
sözünüzle neyi kastettiniz" diye sormak ve yapılan açıklamayı yeterli
bulmak. Katılmadığımız görüşünü savunmada ısrar ediyorsa "Görüşünüz
İslam'ın şu hassasiyeti ile bağdaşmamaktadır, yanlışta ısrar ediyorsunuz"
diyerek konuyu kapatmak ve kendi doğru görüşümüzü kamuoyuna açıklamak çok mu
zor gerçekten. Niyetimiz adam kazanmak mı, yoksa kaybetmek mi? Görünüşe
bakılırsa adam kazanma gibi bir derdimiz yok.
Bu ülkeye ve İslam dünyasına müsamahanın 'M' si, hoşgörünün
'H' si, toleransın 'T' si uğramamış maalesef. İslam gelmiş ama onun istediği
gibi Müslüman olamamışız. Ne diyorsa biz onun tersini yapmak için yarışıyoruz.
İslam bize teslim oluverse bizden iyisi olmayacak.
Olaylara farklı/yanlış pencereden bakan Müslüman
kardeşlerimize bu hıncımız nereden geliyor? Niçin kafire, gayri müslime
gösterdiğimiz hoşgörünün milyonda birini kendi insanımıza göstermiyoruz? Bu
yaptığımızla Muhammed süresinde geçen "Muhammed
Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar kafirlere karşı şiddetli, kendi
aralarında merhametlidir" ayetine ters davranmıyor muyuz? Niçin "Onlarla en güzel şekilde mücadele et"
ayetinde olduğu gibi fikre, fikirle karşılık vermeyerek belden aşağı vuruyoruz?
Bizim bu yaptığımızın birbirini öldüren Müslümanlardan ne farkı vardır? "Fitne katilden beterdir" ayetiyle
çelişmiyor mu orta yere çıkardığımız fitne? Birliğe ihtiyacımız olduğu
bugünlerde ayrışmayı, ötekileştirmeyi körüklemek kime hizmet eder? Bu kafa
yapımızla kendi insanımızı kendimizden soğutmuş, küstürmüş olmuyor muyuz? Yazılanlarda
ve yapılan yorumlarda bir nefret dili hakim bizde. Öldürme imkanımız olsa
inanın öldürürüz bu hızımızla. Belki de beceriksizliğimizden başvurmuyoruz bu
yönteme. Yoksa bunu da yaparız. Bu şekilde davranarak bir insanı öldürmekle
kalmıyor, onu öldürmekten beter yapıyoruz.
Ne olur! Biraz soğukkanlı, basiretli, ferasetli olalım.
Düşmanları güldürmeyelim birbirimize düşerek. Hikmet ve mev'ize-i hasene ile
insanımıza; yumuşak, nazik ve güzel bir üslupla yaklaşalım. Firavun gibi bir
zalim ve kafire bile "Ona kavli
leyyin ile konuşun" diyor Rabbimiz. Yahu karşımızda tu kaka yapıp
dışladığımız insan Firavun'dan da mı kötü! Gidin Allah'ın aşkına. Başkasının
gözündeki çapağı görürken kendi gözümüzdeki merteği görelim! 26/12/2016
* 14/01/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 14/01/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder