Ana içeriğe atla

Yardıma ilk önce nereden başlanmalı?

Bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz aslında. Yakın akrabadan uzağa doğru verilir. Sadece yardım değil; davet, tebliğ, iyiliği emretme,  kötülükten sakındırma vb her türlü işimizde ilk önce yakın akrabadan başlanır.

Bizim için örnek olan Hz Muhammed'in hayatında bunun örnekleri çoktur. Davete ilk önce yakın akrabalarını uyararak başladı. Faizi kaldırdığı zaman ilk önce amcası Abbas'ın haksız kazancını kaldırdı. Kan davalarını kaldırmak için yine amcası Rebia'nın kan davasına son verdi.

Zekat, sadaka, hayır ve hasenatın verilmesi hususunda Kur'an hep yakın akrabayı işaret eder. Bunları zaten biliyoruz. Niye anlatıyorsun? Sorun nedir derseniz? Çoğumuz kurban bedeli, zekat ve sadaka olarak uzağı tercih ediyor. Genelde yurt dışı veya vakıf ve dernekler. Yani ayet ve hadisin emirlerinin tam tersini yapıyoruz. Niçin acaba?

Tam sebebini bilmiyorum. Uzağı tercih edenlerin hepsi tek düze değildir. Bu konuda tam bir tespitten ziyade yorumda bulunmak istiyorum. Sanırım en önemlisi yakın akraba olarak ihtiyaç sahibi kişilerin yaşantısını beğenmiyoruz. Hak etmiyor diye düşünüyoruz veya uzaktaki ihtiyaç sahibini buradakinden daha yoksul diye düşünüyoruz. İlki ve en önemli gerekçe bu olsa gerek. İkincisi; vakıf, dernek vb yardım kuruluşlarımız  görsel ve yazılı medyayı kullanarak yurt dışındaki  bir ülkeyi yardım edilecek en öncelikli ülke seviyesine çıkarabiliyor. Bir diğer sebep, özellikle kurban bağışı için yurt dışı seçeneği bağışçı için fiyatı ülkeye göre daha cazip gelebiliyor. Daha başka sebep ve gerekçeler olabilir. İnsanımız bağışını yurt dışına göndermese de bağlı olduğu veya kendisini yakın hissettiği vakıf ve derneklere göndermek suretiyle onların gerçek ihtiyaç sahiplerini bulabileceği kanaatini taşımaktadır. Çünkü yardımını verdiği yakınındaki insan çoğu zaman verileni uygun yerde kullanmıyor, kendisinin almadığı eşyayı aldığını, bu mevsimde daha kendisinin kiraz almadığını, fakir diye verdiğimiz kiraz alıyor...gibi gerekçeler üretmektedir. 

Yardımını kim ne amaçla ve niyetle kime veya nereye verdiğini bir kendisi bilir bir de Yaradan. Kimsenin niyetini yargılamamız söz konusu olamaz. Gerekçemiz ne olursa olsun tavrımızın Kur'an'a uymadığını söyleyebiliriz. Çünkü tövbe süresi 60.ayette zekat ve sadaka verilmesi gerekenler olarak: "Zekâtlar, Allah'tan bir farz olarak ancak yoksullara,düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a ısındırılacak) olanlara, (esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyen) esir ve kölelere, (borcuna karşılık malı olmayan) borçlulara, Allah yolunda olanlara, (harçlıksız kalmış) yolcuya mahsustur. Allah alîm ve hakîmdir." şeklinde 8 sınıf zikredilir. 

Dikkat edersek burada yardım yapılacak kişiler olarak Müslüman olmak veya düzgün yaşayan kişiler geçmemektedir. Kur’an, ihtiyaç sahiplerini sıralamaktadır. Hatta ‘Kalbi İslam’a ısındırılmak istenen kişiler’ diyerek gayri müslimlere de verilebileceğini belirtir. Biz bırakın gayri müslimi yardım yapacağımız insan eğer sigara içiyorsa, içki mübtelası ise bir defa böylesine zırnık koklatmayız. Kur’an dememesine rağmen kafamızda oluşturduğumuz şablona göre doğru-dürüst, evliya gibi bir adam arıyoruz. Bulamayınca da uzağa gönderiyoruz. Doğru mu yapıyoruz? Bilmem. Kara sizin!.. 27/12/2016


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde