Ana içeriğe atla

Yeni Ocaklar Sönmesin...


Bir zamanlar toplumsal bir yara olarak karşımıza çıkan şimdilerde kangren haline dönüşen, çözülemeyen bir problemle karşı karşıyayız. Nerede bir iş kuracak, mevcut işini büyütecek, ev-araba vs alacak biriyle karşılaşsanız ekseriyetinin bu bataklığa sürüklendiğine şahit olabilirsiniz. Kredi/faiz bataklığından bahsediyorum. Üniversitede öğrenci iken  “Öyle bir zaman gelecek ki herkes faiz yiyecek, hiç faiz yemedim diyen tozundan nasibini alacaktır” şeklinde bir hadis okumuştum. Hadisin sıhhat derecesini bilmem ama sonuçları itibariyle günümüzü anlatıyor diye düşünüyorum.  Kur’an faiz yemeyi  “Allah ve rasülüne karşı harp açmak” olarak ifade etmesine rağmen  İşin garibi kredi çekmek normal görülür oldu toplum nezdinde. 

Herhangi bir işe kalkışan sermayesi yeterli gelmeyince ölçüp-biçip bir hesap yapıyor. Kim verir bu devirde bu kadar parayı diye kendi kendini ikna ederek soluğu kredi çekmede alıyor. Üstelik bankaların VİP müşterileridir bunlar.  Hiç bu taraklarda bezi olmayana da bankalardan “Sayın üyemiz, adınıza bankamızda birikmiş şu kadarlık bir kredi limitiniz vardır. Nüfus cüzdanınızla birlikte bankamıza bekliyoruz” şeklinde gelen mesajlar da eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmekten başka bir işe yaramıyor.

Kredi çeken ödemede zorluk çekmeye başlayınca bir başka bankadan yapılandırma yoluna giderek açılan deliği kapatmaya çalışıyor. Delik kapanacağı yerde kapanmayacak şekilde büyümeye devam ediyor. Kredi çekme limiti kalmayınca eşinden dostundan borç buluyor, sonra başkasının hesabından kredi çektirme yoluna gidiyor, son çare kendisini tefecide buluyor. Kendisi  iyice bataklığa batarken yanına yaklaşan kefili, borçluları, adına kredi çekiverenleri de batırıyor iyice. Aralarında kırgınlıklar, kavgalar baş göstermeye başlıyor. Aileler çatırdıyor. Nice ocaklar söndü bu şekilde, hala da sönmeye devam ediyor. İşin garibi  bu yollara tevessül edenlerin çoğu bu düştüğü durumdan memnun değil. Gözümüzün önünde cereyan eden bu duruma rağmen hala da kredi çekmeye çalışanların sayısı da  azımsanamayacak kadar çoktur.  ‘Arkadaş kredi çekmesen’ dediğin zaman “Sen verir misin bana bu kadar parayı” cevabı alırsın hemen.

Kredi çekenleri, kredi bataklığına saplanan kimseleri kesinlikle ayıplamıyorum. Kimse de zevkinden kredi çekmez. Herkes kendisine yapar. Fakat tecrübeme dayanarak şunu söylemek isterim ki: Bugüne kadar kredi çekenlerin içerisinde kazançlı çıkan varsa da bereketini gördüklerini pek sanmıyorum. Hele biraz dini duyarlılığı olan dindar ve mütedeyyin insanlara yararının olduğunu hiç görmedim.

Bankalar milletten aldıkları parayı yine milletimize pazarlayarak paraya para demiyorlar. Her yıl en fazla kar eden kurumlar arasında ilk üçü hiç bir firmaya vermiyorlar. Bu ocakları söndüren haksız kazancın mutlaka önüne geçilmesi gerekir. Geçmişin tefeciliği bugün modern isimler adı altında devam ediyor. En güzeli faizli alaverenin olmamasıdır. Eğer bu sistem devam edecekse yeni kredi mağdurlarının olmaması, mudinin çevresine daha fazla zararının ortaya çıkmaması için kredi çekmeler zorlaştırılmalıdır. Her önüne gelen kredi çekememelidir. Kredi çekecek kişi çektiği meblağ kadar ipotek  gösterebilmelidir. Vatandaş krediyi öderken değil çekerken terletilmelidir. Kredi çekmelerdeki kefil bulma şartı kaldırılmalıdır. Bankaların "Birikmiş krediniz var" şeklinde mesaj göndermesinin önüne geçilmelidir.

İhtiyaç ve gereksinimlerimize sekte vurabilmeli ve öteleyebilmeliyiz. Ayağımızı yorganımıza göre uzatabilmeliyiz. İnsanımızın bankalara muhtaçlığının olmaması için aramızda karz-ı haseni yaygınlaştırmalıyız. Bu savaş kazanılmaz. Hayatımız kararmasın, ocaklarımız sönmesin. Yetmez mi hala  bu kadar kredi mağdurumuzun olması? Biz bu savaşı kazanacağız diyorsak kimse kusura bakmasın.  Bu yolun sonu hep hüsran ve nedamettir... 14/09/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde