Ana içeriğe atla

Duvardan duvara perdelerimiz


Eskinin anam babam perdeler vardı sadece pencereyi kapatan. Takması, açması, çıkarması ve kullanımı kolaydı. Üstelik masraflı da değildi. Şeker çuvalından bile perdeler yapılırdı. Korniş bile olmazdı çoğu evlerde. Pencerenin iki kenarına çakılmış birer çivi bile korniş görevi görürdü. Evler birbirine mesafeli olduğu için gündüz perdeyi kapatmaya bile gerek yoktu. Ev sıcak olduğu zaman pencere açılması gerekiyorsa dışarıdan hava geldikçe rüzgardan perde de havalanır, ortamı serinletirdi. Dışarıdan bir ses geldi mi, zil çaldı mı gelenin kim olduğuna bakmak için pencereden bakılırdı. Kimse de böylesi perdelerden rahatsız olmazdı. Eski perdeler böyleydi. Ya şimdi nasıl?

Günümüz perdeleri duvardan duvara pileli bir şekilde ta tavandan tabana kadar uzanmış bir şekilde ucu-bucağı görünmez bir şekilde yapılmaya başlandı. Parasının yanına varılmaz. Takması zor, çıkarması zor, yıkanması zor, altındaki petek görünmez, önünde koltuk-kanepeler. Takmak için merdiven lazım, çıkarmak için merdiven lazım. Perdeleri açamazsın. Çünkü iki-üç metre ötede birbirine paralel yapılmış ev pencereleri gözünün önüne gelir. Bu yüzden perdeler hep kapalı. Açamazsın. Açmaya kalksan zaten beceremezsin. Perdenin altında kalmış kapıdan balkona çıkmaya kalksan yine karşına perde çıkıyor.  Ama hakkını yemeyelim görüntüsü güzel mi güzel. Kullanıma değil göze hitap ediyor. Gündüzden güneşliği çekilmiş pencerenin güneşliğini kapatmak için epey bir efor kaydetmen gerekiyor. Pencereyi zaten açamazsın. Hasılı günümüz insanının işi zor gerçekten. Perdeyle uğraşmaktansa içeride karanlıkta otur daha iyi.


Hayatı zorlaştıran kendimiziz. Kendi kendimize eziyet ediyoruz. Eskinin dar evlerinde kullanım ön plandaydı. Şimdi ise geniş evlerde kapısı penceresi kolay kolay açılamayan kullanıma değil göze hitap eden evlerimiz var. Evlerde yaşamayı zorlaştıran, eziyete döndüren en büyük etken ise maalesef perdelerdir. Firmalar mal satmak için sürekli yeni icatlarla karşımıza çıkıyor. Kazara birimiz almaya görsün bir hastalık gibi her eve sirayet ediyor hemen. Parası olan da yaptırıyor, olmayan da. İhtiyacı olan da alıyor, ihtiyacı olmayan da. Sürekli perdeler yenileniyor.  Eskimeyen perdeler çöpe gidiyor. Allah bu firmaların ve bizim gibi tüketicilerin de hayrını versin. Daha ne diyeyim.  15/09/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde