Ana içeriğe atla

Yumuşak Karnımız-1 *

Son olaylar iyice gösterdi ki bizim yumuşak karnımız dindir.  Bizi tankla, tüfekle alt edemeyecek odaklar içimize, yanımıza hep din ve din duygusuyla yaklaşmışlardır. Buna ben şeytanın sağdan yaklaşması diyorum. Bu milletin genlerinde din her zaman için vardır. Olmaya da devam edecektir. Birileri bunu iyi test etmiş. Bütün zehirlerini bu alandan zerk ediyorlar. Çünkü biz, dini dört dörtlük yaşayamasak da;  Allah, peygamber, din, iman diyene karşı tüm yağlarımız erir. Canımızı, malımızı veririz.

"Din halkın afyonudur" diyen Karl Marx'ı haklı çıkarırcasına halktaki bu din duygusu maalesef hep istismar edilmiştir. Uyutulmuştur. Halkımız din ile aldatılmıştır. Çok uzağa değil yakın tarihimize bakalım, başımıza bela olan örgütlerin kendi emellerine dayanak yaptıkları, çıkış noktaları hep dindir: DAİŞ, IŞİD, TALİBAN, BOKO HARAM, EL-KAİDE, FETÖ... gibi.

"Apaçık bir kitap" olan Kur'an-ı, anlaşılmaz kılmada üstümüze yoktur. Hele peygamber anlatımımız evlere şenlik gerçekten. Bizim için mücadelesi, azmi, gayreti, dürüstlüğü, merhameti, adaleti, eminliği... gibi örnek olacak ayakları yere basan,  bir peygamberi anlatmaktan ziyade her yaptığını mucize olduğunu gösteren, uçan-kaçan-ulaşılmaz bir peygamber anlatıyoruz hep. Malumunuz mucizeler, inkar edenleri ikna etmek amacıyla Allah tarafından peygamberler üzerinde gösterilen, insanları aciz bırakan,  harikulade olaylar demektir. Mucizevi bir peygamber teması  o kadar çok işleniyor ki veli diye bilinen bazı zatlar, keramet adı altında kendilerine bir pay çıkarabilsinler. Peygamberin diliyle Allah: "Ben de sizin gibi bir insanım... Ben gaybı (geleceği) bilmem, melek de değilim...bana sadece vahiy geliyor...ben bana vahiy olunana uyarım..." buyurmasına rağmen  "Efendim! Allah bildirirse peygamber gaybı bilemez mi" diye iyi niyetle sorular soruyoruz. Israrla peygamberimiz, Isevilerin İsa'ya yaptığı gibi yapmayın. Ben de sizin gibi bir insanım vurgusu yapmasına rağmen durmadan ulaşılamaz bir peygamber profili çiziyoruz. Yücelteceğiz düşüncesiyle yaptığımız, din bezirganlarının ekmeğine yağ sürmektedir. Kendisine şeyh, efendi, pîr, mehdi, İsa-Mesih, kainat imamı, hoca, salih bir zat, müceddit...vs payesi vererek kerameti kendinden menkul bazı kişiler, maalesef saf duygular içerisinde olan insanımızı ve akıllarını esir almaktadırlar. İçlerinde samimi olanlar varsa onları istisna tutuyorum. Kimin daha üstün olduğunu ancak Allah'a karşı sorumluluk bilincini en iyi yerine getiren takva sahibi olduğu, Kitap'ta belirtilmesine rağmen bazı insanlara kutsiyet izafe ediyoruz. Anlatılan kerametler ise dudak uçuklatır cinsten. Halbuki ilmihal kitaplarımızı bile açıp okusak veli bir insanın kerametinin ortaya çıkması bir kadının özel halini anlatması gibi denir. İçlerinde öyleleri var ki, durmadan gece gündüz rüyasında peygamberle yatar, peygamberle kalkar. Kitaplarımızda rüya ile amel edilmez sözünü kulak ardı ederek aval aval bakıyoruz. Hatta kulak verip amel edenlerimiz bile var. Bakıyorlar ki inananlar var. Hızlarını alamayıp yaptıkları etkinliklere önem atfetmek için "Peygamber aramızdaydı" deniyor. Bu gizemli dünya, halkımız ve öğrencilerin de çok hoşlarına gidiyor. Din kültürü derslerinde en fazla ilgi duyulan konular ve sorulan sorular: üç harfliler, mehdi gelecek mi... vs.

Din: "İnsanların  iki dünya saadetini sağlamak amacıyla  Allah tarafından gönderilmiş ilahi kurallar bütünü" olduğuna göre sorun, dinin kendisinde değil; uygulayıcıların kendi menfaatlerine göre dine yükledikleri anlamlardadır. Bundan kurtulmanın yolu dini yasaklamak değil, yanlış anlaşılmasının önüne geçmek, gerekli tedbirleri almaktır. Bildiğiniz gibi İslam Hukukunda 'Harama- kötü davranışlara götüren yolların tıkanması' anlamına gelen 'Seddi zerai' diye bir fıkıh kaidesi vardır. Bu kaidenin zamanıdır diye düşünüyorum. Dini özellikle Hz Muhammed'i gizemlilikten kurtarmak lazım.  02/08/2016

* 12/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde