Ana içeriğe atla

Bir yalnız adam **


94 yılında yapılan mahalli seçimlerde seçim öncesi TV'lerde yapılan açık oturumlarda gördü millet ilk önce. Bedrettin DALAN, İlhan KESİCİ, Zülfü LİVANELİ...gibi ağır topların arasında öylesine çağırılmış biri görüntüsü hakimdi ekranlarda. Sunucusundan, adaylara varıncaya kadar herkes küçümseyerek bakıyordu tepeden. Anlaşmışçasına ezmeye çalışıyorlardı. Gücüne bakmadan kendi fikrini zikrini anlattı ekranlardan. Horlamaya çalışanlara karşı dik durdu. Ezdirmedi kendini ve savunduğu fikri. Sonunda başardı Türkiye'nin en büyük şehrine başkan oldu. Reis idi artık adı.

İşe hamdele ile başladı. Şehrin su ve çöp sorununu çözdü ilk önce. 5 yıllık süresini tamamlamadan Siirt'te Ziya GÖKALP'e ait "Minarelerimiz süngü..." şiirini okuduğu için soluğu hapishanede aldı ve bir daha muhtar bile olamayacak şekilde siyasi yasaklı oldu. Arkasından gittiği Hocasının partileri bir bir kapatılıp iktidardan indirildiği 28 Şubat sürecinde belki de Hocasının: "Evladım, iktidara gelsek de bizi muktedir yapmayacaklar, özünüzü kaybetmeden gömleğinizi çıkarın, elmanın bir yarısı olun, farklı bir kulvarda mücadele edin" sözüyle yeni bir parti kurdu. Genel başkanı olduğu partisinin milletvekili olamadı. Partisi iktidara geldi kendisi siyasi yasaklı oldu. Aslan düştüğü yerden kalkar misali, okuduğu şiirden dolayı siyaseten yasaklı hale geldiği Siirt'ten vekil seçilerek hükümetin başına geçebildi.

İktidara gelen bu saralı zihniyeti muktedir yapmamak için YÖK'ü, SEZER'i, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Askeriye, İstanbul dukaları vb devletin tüm kurumları harekete geçti... Başbakan oldun ama seni Çankaya'ya göndermeyeceğiz dendi, 367 garabeti o zaman ortaya çıktı. 2008-2009 yıllarında partisi kapatılmaktan gücün kurtuldu. Tabir yerindeyse devletin köşe başlarını tutmuşları savaş açtı kendisine. Her biriyle teker teker mücadele etti, asla başını eğmedi, boyun bükmedi.

2009 yılında dünyanın en büyük terörünü uygulayan devlete 'One minute' dedi. Yavaş yavaş yalnızlaştırılmaya başlandı. Etrafındaki dost devletler bir bir yanından uzaklaşmaya başladı. Hızını kesmedi 'Dünya beşten büyük' dedi. İyice yalnızlaştırıldı. Doğu sorununu çözmek için çözüm sürecini başlattı. 2011 yılından beri hem içerideki düşmanlarla uğraştı hem de dışarıyla. 1970'den beri beslenen içimizdeki uyuyan hücreler harekete geçirildi. Ardı arkasına 'Gezi olayları, 17-25 Aralık olayları, 6-7 Ekim PKK olayları...' birbirini izledi. 3 milyon Suriyeli mülteciye kucak açarken Güneydoğu'nun birçok il ve ilçesinde hendek savaşları başladı...

Faili meçhul cinayet ve olaylarıyla karşı karşıya geldi. Muhsin YAZICIOĞLU, Danıştay saldırısı, Uludere olayı, Suriye ve Rusya'nın uçağının düşürülmesi gibi olaylar birbirini takip etti. 2002 yılından itibaren iç ve dış güçlerle uğraşırken diğer taraftan ülkenin ekonomi ve alt yapısını geliştirdi.

Hiç yılmadı, hiç boynunu eğmedi, kimseye eyvallah demedi. İçi ne ise dışı o oldu. En yabancısı olduğu alan diplomatik dil idi… Daraldığı  zaman hep meydanlara çıktı sevenleriyle buluştu. Meydanların dilini iyi kullandı. "Kefenimle çıktım yola" dedi hep. "Kaderin üzerinde bir kader var" sözü eksik olmadı hiç dilinde.

17-25 Aralık'tan sonra iç düşmanları anlatmak için meydanlarda hep o hainleri anlattı. Herkes dinledi ama kimse anlamadı. Derdini kendi partisine bile anlatamadı. Kimse tehlikenin farkına varmadı belki de varmak istemedi. Kimse inanmasa da o, “Muhtar bile olamaz artık” dedikleri muhtarları toplayarak derdini anlatmaya devam etti, belki de olamadığı muhtarlığa özlem duyarak. Bir musibet bin nasihatten iyidir misali 15 Temmuz gecesi olunca herkesin kafası dank etti. Topla, tüfekle, tankla, uçakla geliyorlardı üzerimize son vuruşu yapmak için. Kendisini öldürmeye gelenlere aldırmadan, tehlikeyi göze alarak kalkışmanın en fazla olduğu iki ilden birine indi kefeniyle. Halkı meydanlara çağırdı, milyonlar kulak verdi ona. İçeride ve dışarıda yalnızdı, kimse onu anlamıyordu ama onun milyonları vardı. Meydanlar ona kol kanat gerdi, kimi şehadet şerbetini içti, kimi de yaralandı, çoğu da dur durak bilmeden uykuya meydan okurcasına sahayı terk etmedi. Haklılığını  herkes anladı, ama  bu anlama bize pahalıya mal oldu maalesef.

Hasılı yalnız adamdı hep. Haklılığı ortaya çıkınca farklı kulvarlarda yürüyenler de kol kanat gerdi kendisine. Çünkü mesele vatan ise gerisi teferruattı zira. Tarih yalnız adamın tek başına meydan okuyuşunu, mücadelesini, başarısını yazacak; başını eğmediğini, pes etmediğini konuşacak. Analar ne evlat(lar) doğurmuş diyecek. Dünyanın zulmüne meydan okudu diyecek...

Başka devletler 50-100-150 yıllık hesap ve planlar yaparken biz ülke olarak hep günü birlik yaşadık. O gelerek bu milletin ufkunu açtı. 2023 diye hedef koydu, hızını alamayıp 2053 dedi. Yetmez  2071 dedi. Sanki büyük devlet böyle olunur dercesine. Ülkemiz ve dünya mazlumlarının tutan eli, yürüyen ayağı, gören gözü, işiten kulağı oldu. Kim tutar bundan sonra onu. Allah ondan razı olsun. Onun ve milletin yolu hep açık olsun.

Bu millet  seviyor yalnız adamı…samimiyetini, içtenliğini, dobralığını, olağan halini seviyor. Bakmayın bazılarının düşman gibi göründüklerine. İç hainleri temizledi ya, helal olsun ona! Gücüne güç katsın Rabbim. Memleketimize dirlik ve birlik versin. 30/07/2016

** 02/09/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde