Ana içeriğe atla

Almanya gözündeki merteğe baksın...*

Anadolu’nun yurt edinilmesinde Rumlar’a karşı Selçuklular’ın yanında yer alan Ermeniler’e,  Osmanlı’da  “Milleti Sadıka” denmiştir. Hiçbiri, en güçlü dönemlerin de bile Ermenileri yok etme yoluna gitmemiştir. 1915 savaş ortamında dış devletlerin kışkırtmasıyla birlikte içeriden hançerlenmeye çalışılan bir millet olsa olsa kendini korumaya çalışmıştır, yedi düvel ile savaştığı bir ortamda.

Ermeni diasporasının lobi faaliyetleri sonucu her yıl bir iki ülkenin parlamentosunda sözde soykırım yasa tasarısı görüşülür ve yapılan oylamada 1915 yılında Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı kabul edilir oldu. Şu ana kadar yirmiyi aşkın ülkenin meclisinde bu sözde yasa tasarısı yasalaştı. En son Almanya meclisinin tasarıyı oylamasıyla beraber bu konu tekrar gündemimize geldi.

Geçen sene başka ülkelere kızdık, şimdi de Almanya'ya kızıyoruz. Hani I.Dünya Savaşına yanında müttefik olarak girdiğimiz, dost diye bildiğimiz ve birlikte savaştığımız ülke.  Bizde bir atasözü var: "Domuzdan post, gavurdan dost olmaz" diye. Gelinen noktada Almanya'nın dostluğunu tekrar görmüş olduk. Bu gidişle bu diaspora, her yıl yaptığı lobicilik faaliyetleri sayesinde bir iki ülkenin parlamentosunda bu tasarının gündeme gelmesini sağlayacak. Sonunda tüm dünya bizi mahkum edecek.

100 yıl önce bir  ülkenin yediden yetmişe topyekûn savaştığı bir ortamda meydana gelen olayların hesabı masaya yatırılıyor anlayacağınız. Soykırım oldu mu, olmadı mı bilmem. Ama niye girdiğimizi bugün dahi anlayamadığım, kobay olarak kullanıldığımız ve uğruna bir cihan devletini kaybettiğimiz ve küllerinden 50'den fazla devletin kurulduğu bir savaş ortamında her şey olabilir. Millet üç beyinsizin hayalleri sonucu var olma mücadelesi vermiştir. Ölmüştür, öldürmüştür. Savaş bu. Mesele tarihçilere de bırakılmıyor, her yıl siyaseten ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuyor. Dünya ölçeğinde özellikle meclislerin almış olduğu bu kararlar hep siyasi kararlardır. Menfaat ilişkisine dayanır. Burada haklılığa bakılmaz. 

1913-1923 yılları arasında bu millet 4 milyon km2 den fazla toprak kaybetmiş ve bugün bu ülke  783,6 km2’ye hapsedilmiştir. Aslında esas mesele, dün tamamen alamadıkları bu toprakları yine Ermenileri üzerimize salmak suretiyle bizi içeride boğmaya çalışmak ve düştüğü yerden aslanın ayağa kalkmasını engellemektir. Güney Doğu bölgemizdeki terör de bu mücadeleden bağımsız değildir. 80 öncesi biliyorsunuz bir örgüt var idi, şimdilerde duyulmayan: ASALA. 1975-1985 yılları arasında Türkiye’nin büyükelçiliklerine saldıran ve sefirlerini öldüren bir terör örgütü. PKK’nın ortaya çıkmasıyla birlikte bugünlerde adı  sanı duyulmayan bir örgüt. Bugün bir taraftan Güney Doğu’da bizi içeride oyalamaya çalışırlarken dışarıda da lobi faaliyetleriyle dünya gündeminde Türkiye’yi mahkum etmeye çalışıyorlar... Anlayacağımız soykırım iddialarıyla bizi hep savunmada bırakmak istiyorlar. Haklarını yememek lazım. Gerçekten iyi lobi faaliyeti yürütüyorlar. Çünkü en iyi savunma saldırıdır.

Biz tasarıyı geçiren ülkelere kızıyoruz, tasarının kabul edilmesi için faaliyette bulunan diasporaya kızıyoruz, eyvallah. Şimdi de tasarıya el kaldıran 11 Türk uyrukluya kızıyoruz. Bu gidişle kızmadığımız kimse kalmayacak. Daha biz haklılığımızı kendi soydaşımıza anlatamamışız, kime ne diyeceğiz? Hani bizim bizden başka dostumuz yoktu? Bilelim ki, kızgın sirke küpüne zarar verir. Millet olarak soğukkanlı olmamızda fayda vardır. Gücün nispetinde değerin vardır dış ülkeler yanında. Devletlerarası ilişkiler menfaat ilişkisi üzerine yürür. Devlet iyi bir diplomasi yürütmelidir. Dışarılarda lobicilik yapan, kamuoyu oluşturacak ülkesini seven, dünyaya açılmış neferlere ihtiyacımız var. Başkası alttan alta yıllar yılı adam adama markaj lobicilik faaliyeti yürütürken biz, yasa tasarıları meclislere geldiği zaman harekete geçiyoruz. Kusura bakmayın “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye.

ABD, Almanya gibi sömürgeci gelişmiş devletler bir ulusun yok edilmesi konusunda samimiyse gelin herkes eteğindeki taşları döksün: Biz Ermenilere yaptığımızın hesabını, Ermeniler de bize yaptıklarının hesabını versin, Onlar Kızılderelilere, Yahudilere yaptıklarının hesabını versin… Bıraksınlar 100 yıl öncesi olanlara da bugün Irak’ta, Suriye’de olanlara el koysunlar. İlk önce kendi gözlerindeki merteğe baksınlar... Biz geçmişi tarihe gömdük, çöpe attık. Çöpü karıştıran kedi ve köpektir.  03/06/2016
* 08.06.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde